Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. 8

Hz. Abdulmuttalib ( a.s. )'ın

Hz. Muhammed ( s.a.v. )'i Yanına Alması


Söz konusu olan ve deyim açıklanmasında rolu ve ismi bulunan takvası hakında müslüman milletler arasında hiç bahsedilmeyen şahşiyetlerin bulunduğu gerçekleri inkar edilemez hale gelmişlerdir. Bunların biride adsız kahramanlardan olan Hz.Abdulmuttalib (a.s.) Hz. Peygamberimizin yüce makam dedeleri olandır.
Görünüşte hiç elimizde bilginin bulunmadığını düşünen feodal ve barbarca bir ihtisatçılığa sahip olanların bu düşündüklerinin gerçek olmadığı açıkçada meydandadır. Bu amaçlada olsa bizlerin araştırmaları elbette bir günün konum noktasında gündem konusu olacak ve insanların bu aşamadaki bilgilerinin artmasına neden olacaktır.
İslam Peygamberi ( sallallahu aleyhi ve âlihi ) gözlerini dünyaya açtığı zaman babası Hz. Abdullah henüz hayat'ta idi. Babasının vefatlarından sonraki onun korumasını üstlenen şahşiyetlerin başında Hz. Abdulmuttalib (a.s.) gelmektedirler. Hz. Abdulmuttalib onun korunmasında ve yetiştirilmesinde büyük bir çaba ve gayret göstermekte zorundaydı. Çünkü onun öz ve öz torunuydu. Aynı zamanda kendi manevi basireti ile Hz. Muhammed ( s.a.v. )'in azametini ve parlak geleceşini görüyordu. O yüce insanı kendi canından daha aziz biliyordu. O'nun himayesinde hiç bir fedakarlıktan kaçınmıyordu ve onu hiç bir zaman da yanından ayırmıyordu. Ve hatta özellikle dua ve yakarış zamanlarında peygamber ( s.a.v. )'in varlığının bereketini dualarının kabulüne vesile olacağınıda biliyordu. Abdulmuttalib'in o hazretle büyük alâkası ve himayesine gösterdiği hassasiyet sözlerinde kendini gösteriyordu. Bu konuda şöyle yazılar yazılmıştır : " Abdulmuttalib o dönemde küçük bir çocuk olan Hz. Muhammed ( s.a.v. )'i Kâbe'nin kenarına getirdi ve yüce yaratıcıya yönelerek şöyle dedi : " Allah'a hamd ve şükürler olsun ki bu pak ve değerli evladı bana bağışladı. Bu çocuk beşikteki diğer çocuklardan farklı ve üstün bir özelliğe sahiptir. Onu Allah'ın himayesine emanet ediyorum ." ( A'yan'uş-Şia c. 8 )


Hz. Abdulmuttalib ( a.s. )'ın Ebû Tâlib'e Vasiyeti :

İnsan düşüncesinde vasiyet dendiği zaman hemen akla gelen ilk şey miras olur. Halbuki bu konun batini açışından bir nevi doğruluk payı olduğu kadar da bakım ve mesuliyet konusuda söz konusudur. Eğer bunlar bir peygambere mahsus ise daha da iş değişik bir hal almış olur.
Konularımızın başında belirtirildiği gibi yüksek bir kahramanlığa ve makama sahip olupta toplum bilim arasında ondan hiç mi ? hiç bahs edilmediği ve iman takvasının hakında müslüman halklara değişik şekilleriyle denereje edilerek Emevi saltanatçılarının hileliğiyle kandırılmışlar kin ve nefretle aşılanmış sözüm ona cahil ve barbar Şeyhlerin aklıyla anlatılmışsa ? bu daha da değişik bir anlam ve konum olmuş olur.
Halbuki Hz. Abdulmuttalib ( a.s. ) hakında elimizde onun pak ve temiz bir sulbten dünya' ya geldiği gerçeği ve onun tek tanrılı bir ilah'e inandığı ve aynı zaman birinimde mukaddes " Kâbe'nin" de sorunluluğunu ustlendiği bir gerçektir. Bunun yanında Hz. İbrahim ( a.s. )'ın soyu ve mahsumiyetininde koruculuğunu yaptığı ve baba'dan oğula iman takvasının hazim ettiği gerçeği ve kendisininde bu iman takvasındaki büyük rolunun kendisinden kime bırakacağı ısrarı ve kaniaata gelecek bir peygamberden haberdar olduğu bilincidir.
Bu gerçeğin bilinçli bir biçimde altını çizerek söylemek amacıyla bunun yanlız kişiliğininde ondan sonra kendi oğullarının inanç takvalarının Hz. Ebu Tâlib ( a.s. )'a bulunduğu gerçeğini kefş etmesi ve ona büyük bir miras bırakarak teslim etmesi olması bizleri düşündürmektedir. Burda kullanılan büyük mirasta amaç onun büyük bir mal ve mülkün bıraktığı anlamında kullanılmamalı ve bunun maneviyet açısındaki rolunun bir peygamberin sorunluluğu ve onun maddi ve manevi sorumlukların yanında da büyük bir titizlikle onun toplumsal olarak kişilik hak ve özgürlükler açışındaki terbiyelerinin üstlenmesidir. Zaten biz bu konuları çalışmalarımızın akışında devamlı olarak konular halinde ele almış ve bu gibi mukaddes insanların tek tanrılı bir inanca sahip olduklarını defalarca söz etmiştik.
Hz. Abdulmuttalib ( a.s. )'ın canı bedeninde olduğu müddetçe peygamberin yetiştirilmesi ve onun korumasında büyük bir çaba sarf etmesi ve bir an olsun bile onun saygınlığının sevincine mahafazasından geri durmaması idi. Fakat bu çok açıktır ki, Hz. Muhammed ( sallallahu aleyhi ve âlihi )'in Hz. Abdulmuttalib ( a.s. )'in vefatından sonra da birilerinin onu karuma ve maddi ve maneviyetçiliğinide üstlenmeleri gerekliliğinin zorunlu olduğu gerçeğini unutmamak gerekir. Bunun özellikle tagut aleyhtarı , putperest ve feodal bir düşünceylede konulu risaletinin başlangıcında kendisine maddi ve manevi muhafazarkarlığı yapacağı kişiliği taşıması lazım olması gerekliğini unutmamak gerekir inancını taşıyarak birilerine teslim etmesi gerekliliğnin inançlığını da taşıyarak sadece bu kendi evlatlarının içinde Hz. Ebu Tâlib ( a.s. )'a laik görerek ona bir vasiyetinin sorunluluğunun düşünmesi olması kaçınılmaz hale gediğini görmüştür.
Bazı rivayetlere göre Hz. Abdulmuttalib ( a.s. )'ın yaşı hakkında ihtilaflara girdikleri sözleri değişik rakamlarla ifade edilmesi siz değerli araştırmacıları şaşırtmasın. Abdulmuttalib ( a.s. )'ın yüzyirmi yaşlarında diğer bir rivayete göre yüziki yaşlarında ve değişik diğer rivayetlerde de seksenbeş yaşlarında bir ölümünün alametlerini kendinde müşahede ediyordu. Bütün düşüncesi sekiz yaşlarındaki torunu olan Hz. Muhamed ( s.a.v. )'in himayesi korunması idi. Öyle ki, Hz. Muhammed ( s.a.v. ) annesini de kaybetmişti. Tamamıyla bir yoksul ve yettim idi.
Abdulmuttalib'in ölüm döşeğinde bütün düşüncelerini bu konu etrafında toplamış düşünmesi gereken karırının verilmesi doğru olması gerekir. Anlamlı bakışlarla evlatlarına bakıyor, onlardan hangisinin bu büyük mesuliyet için liyakati olduğunu tasarlıyordu.
O tüm evlatlarını bir şefkat içerisinde büyütmüştü. Tecrübesi ve dirayeti ile onlardan hangisinin bu büyük görev ve mesuliyeti üzerine alacak likayete sahip olduğunu çok iyi bilincinin kendi özveri sezgileriyle seziyordu. Bu büyük vazife için seçebileceği yegane kişi evladı Hz. Ebu Tâlib
(a.s. )'dan başkası değildi. Ona ciddi bir şekilde hitab ederek şöyle dedi:

 " Sana Muhammed'i himaye etmeni ve onun koruması vasiyet ediyorum, onu sana teslim ediyorum. " Ebu Tâlib değerli babasının bu vasiyetini bütün varlığıyla kabul ediyor ve babasına şöyle diyordu : " Babacığım vasiyete gerek yok. Benim kendim bu çocuğun yüceliği hakkında sayısız şaşırtıcı olaylara tanık oldum. O'nun şanı hakında yahudi ilim adamları ve kitap sahiplerinin sözlerini işitim. Allah'a şükür ki rahibin onun hakkındaki sözü aşikar oldu. "" ( Bihar'ül Envar c. 35 s. 85 - 86 ( Rahibin öyküsü daha sonra söz edilecek ve değişik çalışmalarda konu halinde ele alınacaktır. )"

Abdulmuttalib bir kez daha Ebu Tâlib 'e baktı ve şöyle dedi : " Evladım bu biricik çocuğun korunması ve himayesini iyi düşün. Bir çocuk ki baba korkusunu koklamamış ve anne sevgisinde istifade etmemiştir. Ona kendi canın gibi ilgi göster. Ben evlatlarım arasında yalnızca seni bu mesuliyet için liyakatlı gördüm. Eğer onun risalet günlerine ulaşırsan o zaman bu çocuğu bütün halktan daha çok tanıdığımı anlayacaksın. Eğer onu destekleme gücüne ve liyakatine sahip olursan onu destekle. Dil el ve malın ile onu himaye et. Allah'a yemin ederim ki o sizi asalete ve üstünlüğe kavuşturacak, atalarımın hiç birinin ulaşamadığı büyük bir makama ulaştıracaktır. Acaba bu sözlerimi kabul ediyormusun ? "
İman takvasıyla Allah'a inanan Ebu Tâlib ( a.s. ) şöyle dedi : " Allah'ı şahid tutuyorum ki bütün vücudumla vasiyetini kabul ediyorum ."
Abdulmuttalib, elini Ebu Tâlib'e doğru uzattı ve onun elinin üzerine koydu. Kalbinin derinliklerinden yükselen sözlerini bir kez daha tekrar etti, bu büyük mesuliyet konusundaki endişeleri rahatladı. Huzurlu ve mutlu bir ruh haliyle ölümü karşıladı ve şöyle dedi : " Şimdi ölüm benim için bir lezzetlidir. "
Bunun ardından bir müddet sonra Hz. Muhammed ( s.a.v. )'in alnını öptü ve şöyle dedi : " Ben evlatlarımdan hiç birini senden daha hoş kokulu, daha güzel latif görmedim . " Evet Ehl-i Sünnet alimlerince iman etmemiş ve imansız olarak ölmüş değerli bir şahşiyetin sürüveninin gerçeği budur. Bundan sonraki inanç dünyanızda bu veya bu gibi şahşiyetlerinin imanlı olup olmadıkları varın siz o değerli vizdanlarında bir kıyaslamayla baş başa bırakın.


Diğer Bir Açıdan
Abdulmuttalib ( a.s. )'ın Vasiyetinin
Önemlilik Kazanmasının Değerlendirilmesi :


Tarihin nitelik bakış açıları veya Abdulmuttalib ( a.s. )'in vasiyeti niteliği hakında tarih ve diğer rivayet kaynaklarında yer alan bir değerli diğer açısıda alanında da riyayetin verdiği önemde şöyledir : Ebu Tâlib ( a.s. )'ın eşi Hz. Fatıma binti Esed diyor ki : Ölümün alametleri Hz. Abdulmuttalib'de ortaya çıkınca evlatlarını topladı ve şöyle dedi : " Aranıza Muhammed'in veliliğini üslenmeye hanginiz hazırsınız ? " Cevap olarak şöyle dediler : " Muhammed'in kendisinin bizden birini kendi velisi olarak seçmesi daha iyidir . " Abdulmuttalib bu öneriyi kabul etti ve Hz. Muhammed'e dönerek şöyle dedi : " Ceddin ölüm döşeğinde bulunmaktadır. Amcaların ve halaların arasında hangisini kendine veli olması için seçiyorsun ? "
Hz. Muhammed ( sallallahu aleyhi ve âlihi ) bir müddet amcalarına anlamlı bir bakışla baktı ve ardından kalkarak Ebu Tâlib'in yanına vardı. Abdulmuttalib Ebu Tâlib'e şöyle dedi : " Seni dindar ve emanete sadık bir şahşiyet olarak tanıdım. Ben Muhammed'e karşı nasılsam sende öyle ol . " Hz. Fatıma binti Esed daha sonra diyor ki : " Abdulmuttalib dünyadan göçtükten sonra ben de ona ( Muhammed ( s.a.v. )'e hizmette bulundum. Öyle ki beni kendi öz annesi ( gibi ) biliyordu. ( Bihar'ül Envar c. 35 sayfa . 83 ) .
Ebu Talib'in peygamber ( s.a.v. )'e Abdulmuttalib'den sonra velilik yapması konusunda üç söz söylenmiştir : 1 - Abdulmuttalib ona vasiyet etti . 2 - Kur'a Ebu Tâlib'in adına isabet etti . 3 - Allah Resulü ( s.a.v. ) onu seçti . ( Bihar'ul Envar c. 15 , s. 406 )
Hiç kuşku yok ki eğer bir evlat liyakat ve manevi kudret sahip olursa veraset konusuna göre evin ve ailenin asalet ve şahşiyetinin eserleri onun üzerinde bulunacaktır. Ebu Talib de bütün kemal sıfatlarına , güzelliklere ve manevi hasletlere sahip bir evladı ki bular ona babasından irs olarak miras kalmıştı. Babasından sonra sanki yeni bir Abdulmuttab'in sahneye gelmişti . O babasının tıpatıp bir benzeriydi.
O da babası gibi Hz. İbrahim ( a.s. )'ın Hanif dini üzerinde yaşıyordu. Allah'ın evi Kâbe'nin ziyaretçilerine su dağıtmak, ezilenlerin imdadına yetişmek, fesad ve kötülüklerle mücadelelerde önderlik makamını elinde bulundurmak ve Hz. Muhammed ( s.a.v. )'i himaye etmekte en güzel şekilde mesuliyetini icra edyordu. ; halk da onu bu amelleriyle tanıyordu. Babasının varisi olmakla birlikte sade bir şahşiyete sahipti ve kendini yetiştirmiş bir insandı. Onun kendini yetiştirmesi babası tarafından gelen irsle beraber kemale ulaşmıştı. Ve Ebu Talib gibi bir şahşiyet, Abdulmuttalib'in anlamlı evliliği sonucu dünyaya gelmişti.
Bu nedenle cahiliyenin olumsuz koşulları koşulsuz ve ortamı ona sadece tesir etmemekle kalmamış, aksine cahiliye adetlerinin karşısında durmuştur. O dönemlerde su gibi içilen ve toplumda yaygın olan şarabı kendine haram etmiş ve cahiliyenin her türlü pislik ve kötülüklerinden, şirkin her türlü pisliklerinden geri durmuştu. Geçmişte yaşamış ve ölmüş olan evliyaların, resullerin özel niteliklerini tevhidi hakaniyetlerini ispatlamak için yapılan yemin kanununu kabul eden onların sadıklığına şehadet edep ilk kişidir. Hz. Ebu Talib , İslam dini de bu durumu daha sonraları kabul ve teyid etmişti. ( Siyre-i İbn-i Hişam c. 1 , s . 79, Sahih Buhari c. 2 , sayfa . 196 )'daki konulara bakılabilir ki Ebu Talib Hz. Muhammed ( s.a.v. )'e ilk inanan kişilerin arasında bulunmakla beraber kendisini gizlemişlerdir. Yazan: imam DİKMEN




Selamunaleykum Değerli canlar ve Erenler...?

Bu hafta Hz. Fatımat-üt Zehra Samavat-i Vel Arz (a.s.)’ın şehâdet haftaları sebebi ile siz d değerli canlara bu makaleyi gönderiyorum. Sizden ricam burda verilen makalenin tamamını heme yayına almanız olacaktır. İnşallah Allah’u Teaala biz Ehl-i beyt evları Hz. Muhammed (s.a.v.) ve O’nun pak ve masun Ehl-i Beyt dualarından ve şefâatından marum etmeyecektir. Kuran ve Ehl-i Beyt düşmanlarına Allah’tan lanet dileyeceğiz.


Bismillahirrahmanirrahim




Risaletin meyvesi, Velayetin zevcesi, İmametin annesi Babasinin göznuru Hz Fatimatü-  z-Zehra Semavat-i Vel Arz  (Selamullahi aleyhinın şehadeti
Münasebetiyle, başta aziz oğlu Hz. Sahibuz-zaman ağamıza, müctehidlerimize, www.kuranveehlibeyt.com ziyaretcilerimize   ve bütün bu uğurda mucadele veren Ehlibeyt ve Alevi dostlarına tesliyet ve başsağlığı arzediyoruz.


Zalimlerin Kendisine Cenaze Namazı Kılmalarına İzin Verilmemesini Vasiyet Etmesi!



"Emir-ul Müminin Ali hakkında Allah in ve Peygamber'in ahdini bozan, hakkımdan dolayı bana zulmeden, mirasımı gasp eden, babamın
bana yazdığı Fedek in malikiyet senedini yakan ve tanıklarımı yalanlayan kimseler bana namaz kılmasınlar. Allah'a and olsun ki, o
tanıklar Cebrail, Mikail, Emir-ul Muminin Ali ve Ümmü Eymen'di. Bize yardım edilmesi gerektiğinde onlar (ashap) evlerine çekildiler.
Oysa Emir-ul Müminin imam Ali, (a.s.) beni, imam Hasan ve Hüseyin(a.s.)'la birlikte gece ve gündüz onların (Muhacir ve Ensarın) evlerine götürüyordu. Allah'ı, Peygamberi onlara hatırlatıyordum; "Biz Ehl-i Beyt'e zulmetmeyin, Allah ın bize verdiği hakkı gasp etmeyin"diyordum.
Gerçi; "Size yardım edeceğiz" diye olumlu cevap veriyorlardı, ama gündüz olunca bize yardım etmekten vazgeçiyorlardı.
Nihayet bizim eve saldırdılar, kapımızın önüne yığınla
odun topladılar, o odunları

yakarak bizi yakmak istediler... Böyle bir ümmet mi bana namaz kılacak?!!"

(Bihar, c. 43, s. 204. Keşf'ul-Ğumme, c. 1, s. 494. Mecma'un-Nureyn.147. Nehc'ul- Hayat, s. 291) Burda verilen kilipte Hz. Fatımat’üz Zehra Semavat-i Vel Arz (a.s.)’ın nasıl kalt edildiğinin gerçekleri gösterilmektedir.


http://www.youtube.com/watch?v=azx6isIyLgo&eur




Evet Hz. Peygamber (s.a.v.) Kalpleri Parçalayan Dertler


Resulullah (s.a.a)'in vefatı üzerine Hz. Fatıma (a.s) bu şiiri okudu:
Topraklar altında gizlenene de ki; Feryadımı duyuyor musun? Öyle musibetler başıma geldi ki; gündüzün başına gelseydi, Kararır gece oluverirdi.
Ben Muhammed'in gölgesinde himaye altında idim, Zulme uğramaktan korkmuyordum, o benim güzelimdi. Bugün ise aşağılanmak ve zulme uğramaktan korkuyorum, Bana zulmedeni ridamla defediyorum. Kumru gam ve kederden geceleyin bir dalda ağlıyorsa, Ben sabah vakti ağlıyorum.
Senden sonra hüznü munisim kılacağım, Sana gözyaşı döküp hakkımı aramaya gayret edeceğim. Ahmed'in mezarını koklayana ne gam, Uzun bir zaman güzel koku koklamasa da.
(Avalim, c. 11, s. 454. Menakıb, c. 1, s. 242. A'lam'un- Nisa, c. 4, s. 113. Nehc'ul- Hayat, s. 199)



Babasına Dertlerini dile getiren

Hz. Fatıma (a.s), Hz. Peygamber (s.a.a) defnedildikten sonra perişan bir halde evden çıkıp halsizlikten babasının kabrine zor ulaşabildi. Mihrabı, ezan okunan yeri görünce bağırmasıyla bayılmasıyla yere düşmesi bir oldu. Kadınlar bu durumu görünce yüzüne su serptiler. Ayıldığında babasının kabrine bakarak şöyle dedi:

"Babacığım! Gücüm tükendi, bedenimde hâl kalmadı, düşmanım şematet etti (sevindi), üzüntü beni öldürdü.
Babacığım! Yalnız, şaşkın ve tek kaldım. Sesim tutuldu, belim kırıldı, hayatım bunaldı, günlerim karardı.
Babacığım! Senden sonra yalnızlığım için bir musibet, gözyaşımı dindirecek birisi, zaafım için bir yardımcı bulamıyorum.
Babacığım! Senden sonra Kur'an'ın muhkem ayetleri unutuldu, Cebrail ve Mikail'in indikleri yer yok oldu.
Babacığım! Senden sonra sebepler (ilişkiler) değişti, kapılar yüzüme kapandı. Babacığım! Senden sonra artık dünyadan nefret ediyorum, nefesim tükeninceye dek sana ağlayacağım.
Babacığım! Sana olan aşkım tükenmek bilmez, sana olan hüznüm sona ermez. Ey vah babacığım! Ey vah Allah'ım!"
(Bihar, c. 43, s. 176, b. Beyrut. Avalim, c. 11, s. 487. Nehc'ul- Hayat, s. 71. Bihar, c. 8, s. 221-223, b. Kompani)


Ziyaretine Gelen Ashab Kadınlara seslenişi



Resulullah'ın kızı Fatıma (a.s)'ın hastalığı ağırlaşınca, Muhacir ve Ensar'dan oluşan bir grup kadın, Hz. Fatıma'nın ziyaretine giderek; "Ey Resulullah'ın kızı, bu hastalığınla nasıl sabahladın, durumun nasıldır?" diye sorduklarında şöyle buyurdu:

"Allah'a and olsun ki, dünyanızı sevmediğim, erkeklerinize darıldığım halde sabahladım. Onları denedikten sonra uzağa attım, sınadıktan sonra onlara sinirlendim. Keskinin körelmesi, ciddiyetten sonra gevşeklik, başı taşa vurmak, mızrağın (veya kanalın) çatlaması, görüşlerin bozulması, isteklerin sapması ne de kötüdür! "Kendileri için nefislerinin takdim ettiği şey ne de kötüdür. Allah onlara gazaplandı ve onlar azapta ebedi kalacaklardır."(Maide/81-82) Çaresizlikten onun (Fedek ve Hilafetin) yularını onlara taktım, onu onlara yükledim, baskınını da onlara yaptım (diyeceğimi dedim). Zalim kavim hayır görmesin, neticesiz kalsın, rahmetten uzak olsun. Yazıklar olsun onlara! Onu (hilafeti), risalet kökünden (merkezinden) nübüvvet ve delalet temelinden, Ruh'ul Emin'in (Cebrail'in) indiği evden, din ve dünya işlerine alim olanın elinden çıkardılar. "Bilin ki bu, büyük ve apaçık bir hüsrandır." (Zümer/15) İmam Ali'den intikam almalarının sebebi ne idi? Allah'a and olsun ki, onun kılıcının kimseyi tanımamasından, ölüme itina etmemesinden, düşmanları çiğnemesinden, kılıcının darbesinden ve Allah rızası için olan öfkesinden dolayı ondan intikam aldılar. Allah'a and olsun ki, eğer yoldan çekilseydiler (mani olmasaydılar), Resulullah'ın (s.a.v.) imam Ali'ye bıraktığı yulavlardan (önderlikten) ve onu kabul etmekten vazgeçselerdi ve onu (hilafet devesinin dizginini) Ali'ye bıraksalardı, bu deve onları doğru yola götürürdü, burunsallığı kimseyi yaralamazdı, yürümesi ağırlaşmazdı, binicisi yorulmazdı, onları hazmettirici ve kandırıcı temiz bir su kaynağına götürürdü, yanları suyu bulandırmazdı, onları doyurup geri getirirdi.
Hz. İmam Ali (a.s.) onlara, gizlide ve açıkta nasihat etti. Hilafete ulaşsaydı zenginlikten çok süslenmezdi (Beyt-ul maldan kendisi için zahire etmezdi), susuzluğunu ve açlığını gidereceği az bir miktar hariç dünya malından bir şey toplamazdı. O zaman kimin zahit, kimin dünyaya haris olduğu, kimin doğru konuşan, kimin de yalancı olduğu ortaya çıkmış olacaktı. "Eğer hakka inansalardı, korkup-sakınsalardı, gerçekten üzerlerine hem gökten, hem de yerden bolluklar (bereketler) açardık; ancak onlar yalanladılar, biz de onları kazandıkları şeylerden dolayı cezalandıracağız."(A'raf/96)
"Bunlardan zulmetmiş olanlara da, kazanmakta oldukları kötülükler isabet edecektir ve onlar (Allah'ı) aciz bırakabilecek de değillerdir."
(Zümer/51. İhticac, c. 1, s. 108. Emali, c. 1, s. 384. Delail'ul- İmamet, s. 39. Belağet'un- Nisa, s. 32. Keşf'ul- Ğumme, c. 23, s. 147. Şerh-i İbn-i Ebi'l Hadid, c. 16, s. 233. A'lam'un- Nisa, c. 4, s. 123. Bihar, c. 43, s. 158. Avalim, c. 11, s. 445. İhkak'ul- Hak, c. 10, s. 306. Nehc'ul- Hayat, s. 126.)

Allahumme Salli Ala Muhammed'in Ve Âl-i Muhammed Ve Accil Ferecehum

HZ.PEYGAMBER EFENDİMİZ(s.a.a) ŞÖYLE BUYURUYORLAR: CENNET, EHL-İ BEYTİME ZULMEDEN VE İTRETİM HAKKINDA BENİ İNCİTENE HARAM KILINMIŞTIR. (Tefsir-i Kurtubi,c.16,s.22. Yazan. imam Dikmen




GADİR-İ HUM KLİBİ

http://www.youtube.com/watch?v=o1Bgq-NzUWc
http://www.youtube.com/watch?v=azx6isIyLgo&eur
http://de.youtube.com/watch?v=l--842Rr3vY
http://de.youtube.com/watch?v=tb59iTsuw9M http://de.youtube.com/watch?v=DTUbgjI9zRY&feature=related
http://de.youtube.com/watch?v=axvGQ2uRNNY&feature=related
http://de.youtube.com/watch?v=wPvDDtfLFZs&feature=related
http://www.youtube.com/watch?v=3CrhU947nhE&feature=related
http://www.youtube.com/watch?v=LuHf6yn8I04&feature=related http://www.youtube.com/watch?v=goqHmI_-vJs&feature=related
http://www.youtube.com/watch?v=UGkJo9dxG8U&feature=related
http://www.youtube.com/watch?v=oNnOGGgHp2w&feature=related
http://www.youtube.com/watch?v=DXRSM0hqvBE&feature=related
http://de.youtube.com/watch?v=sDJWettaRGs&feature=related
http://de.youtube.com/watch?v=N2eyMirk8c4&feature=related
http://de.youtube.com/watch?v=BwIgnXOjwUA&feature=related
http://www.youtube.com/watch?v=YKrYswvkTF4&feature=related
http://www.youtube.com/watch?v=DXRSM0hqvBE&feature=related
http://de.youtube.com/watch?v=3VcDQW7o_cc&feature=related

Lütfen burda verilen kilipleri izleyip bunlar hakında yorumlarınızı belirtin. Çünkü İslam ulemaları içinde oynanan oyunların farkına varın. Ben bugün sizleri ikna etmeyebilirim, ama bu sizin kurtuluşunuz olacaktır. Kuran’da belirtiği gibi sizler biz atalarmızdan bunların doğru olduğu duyduk, ama sizin atalarınız yalan sözlemişse sizin aklınız yokmuydu ? gerçekleri öğrenseydiniz. Şimdi ise cezalarınıza razı olun...?
Tüm müslüman kardeşlerimin İslam sentezi felsefesi içinde oynanan oyunların daha iyi anlaya bilmeleri için lütfen burda verilen kiliplerin izlenmeleri kendi açılarından İslam Peygamber’inin vefatlarından sonra ki gerçeklerin öğrenmelerine neden olacaktır. Birinci kilipte Gadir-i Hum meselesinin açıklanması ikinci kilipte ise Hz Fatıma’ut Zehra Semavati Vel-Arz (a.s.)’ın Hz. Muhammed (s.a.v.)’in vefatlarından takriben üç sonra ne şekilde şehit edildiğinin gerçeklerini göreçeklerdir.
Değerli Müslüman kardeşlerim Kuran ve Ehl-i Beyt araştırmaları sizlere ben cennet kapılarını açıyorum diye herhangi bir garanti vereceğim diye hiç bir zaman söz vermedi. Ve bu gibi bir saçmalıklada herhangi bir bağlantısıda olmayacak. Ama şu bir gerçektirki Kuran ve Ehl-i Beyt araştırmaları size hak ve batıl doğrultusunda gerçekleri simgeleyecektir. Siz müslüman kardeşlerim cennet ehl-i olmak için her türlü çabayı harcamaktasınız. Ama bunun karşılığı olarak O’nun pak ve Masum olan Ehl-i Beyt’ini katl ederek mi? cennet-i düşünüyormusunuz. İşte burda büyük bir yanılgı içerisindesiniz. Burda hak ve batı’lın ne anlama geldiğini idrak edemiyorsunuz.
Değerli canlar ve Erenler sizlerde iyi biliyorsunuz ki İslam tarihinde ve kuruluşunda Hz. Muhammed (s.a.v.)’en sonra Hz. İmam Ali (a.s.)’ın çok büyük bir rolu olmaktadır. Ve bir zat Kuran’ı Kerim’de Allah’u tealaâ’nın emri ile islam devletinin başına getirilmiştir. Ama ne yazıktır ki İslam ulameları tarafında bu haktan marum bırakılarak uzaklaştırılmış ve aynı zaman biriminden de hanımı olan Hz. Fatımat’uz Zehra Semavat-i Vel Arz şehid edilmiş daha sonra kendilerini ve daha sonralarıda evlatları katledilmiş bu yetmiyormuş gibi tarih boyunca evlatları olan Alevileri katl etmeye kendilerine bir marifet bilmişlerdir. O’nun içinde her müslüman vatandaşa düşen bu kilibi dinlemesi ve arkadaşlarına göndermeleri olacaktır. Zaten kilibin içeriği açıklamaktadır.

Canlar, bu klipte “Gadir-i Hum” olayının resimlerle anlatımını, fon müziği eşliğinde kesintisiz olarak izleyebilirsiniz. (süre : 6dk.)

Gadir-i Hum bayramı (18 zilhicce) tüm ehlibeyt dostlarına kutlu olsun.

Allah (cc) bizlere hep ehlibeyt’in nurundan faydalanmayı nasip etsin. Allah (cc) Onların şefaatinden bizleri mahrum bırakmasın. Amin, velhamdülillahi rabbil alemin.


Gerçekten cennet ehl-i olmak ve Hz. Muhammed (s.a.v.) ve Ehl-i Beyt muhabetinden faydalanmak istiyorsanız cennet’e gidine tek yol
www.Kuranveehlibeyt.com

Bu iki şart ve kural doğrultusundan başka cennet ehl-i olmak imkanı yoktur. Bunun dışında cenneti vad edenler yalan söylemiş olacaklardır.

İmam Hüseyin (a.s.) için göz yaşı döken asla cehennem yüzü görmiyecektir. Bu hadis hakında Hz. Muhammed (s.a.v.)’den sayısız tüm Ehl-i Sünney kaynak kitablarında sahi hadis olarak bulunmaktadır. Örnek olarak verirsek Aişe hatun bunun kanıtıdır.

Tüm Müslüman kardeşlerimin bu kilip üzerinde Eh-i Beyt üzerine hazırlanmış deyişlere ve Müharrem matemlerine ulaşabilir ve yorum yazabilirler. Bu Gadir-i Hum kilibini hem dinleyip yorumlayın ve hemde arkadaşlarınıza ulaşmasını sağlayın. Çünkü Gadir-i Hum olayı İmam Ali (a.s.)’ın ve Hz. Muhammed (s.a.v.)’den sonra İslam devletinin makamına getirilmiş en gerçek ve doğru delildir. Yazan. imam Dikmen



Vahhabi şeyh Ehl-i Beyt mezhebini
seçtiği için
kendi toplumu alimlerince dişlandı.



Şeyh Habib Cifri Ehlibeyt mezhebine girdiğini ve Ayetullah Sistani'yi mercii olarak kabul ettiğini ilan etti.



Şeyh Habib Cifri Ehlibeyt mezhebine girdiğini ve Ayetullah Sistani'yi mercii olarak kabul etiğini ilan etti.

Meşhur Sünni davetçi Şeyh Habib Cifri Ehlibeyt mezhebine geçerek vahhabilere bir tokat vurdu. Geçtiğimiz perşembe akşamı İqraa kanalına verdiği röportajda; üç sene boyunca karşılaştırmalı mezhepler okuduğunu belirtti ve sonunda Şia'nın diğer mezheplere göre hak olduğunu gördüğünü söyledi.

Sufi meşrep biri olması nedeniyle birçok Ehlibeyt evladı mürşide teberrük ettiğini fakat, Ehlibeyt imamlarının onlara nazaran çok daha üstte teberrüğü hak ettiğini söyledi. Ve buna benzer sayısız alimlerimde bu kardeşimizn yayında yer alacakları dünyayalarını para karşılığında satmıyacaklarını söyledi.

Vahhabi İqraa kanalına verdiği röportaj sırasında birçok vahhabi arayarak, onu lanetledi ve bu işe rızalarının olmadığını söyledi.
Ve bundan seneler öncede Ehl-i Sünnet ulemaları içinde muçteyit ve şeyh makamında bulunan sayın Prof. Dr. Muhammed Ticani Semavi ustadlarından şiiliği seçtiği takvasıyla beş ciltlik kitap yazdı. Ehl-i Sünnet ulamalarınca kendisinin ölüm emri verdiler. Yazan. imam Dikmen




Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. 9

Zemzem  Kuyusundaki 

 

Hz. Abdülmuttalb'in  Rolu :

 


Tek tanrılı dinlerde ve tek tanrılı inanç bakımında ve İslam dinin temel ahenk taşlarını oluşturan Hâşimoğullarının rolu inannılmaz aşamada çok büyüktür. Buna nazaran Emevi zülümkarların dalkavukluğunu yapan müslümanların devamlı olarakta çok tanrılı dinin savunduklarından  dolayı Hz. Peygamber ( s.a.v. )'ın soyuna hiç önem vermediği gibi de gerçekleri savunmamışlardır. Onun için bu konun biraz daha derinlemesine inilmesin gerekliliğini gözler önüne sermek lazımdır.

Zemzem kuyusu bulunduğu günden itibaren Cürhüm kabilesi , onun etrafına toplanmış ve Mekke hükümetini ellerinde bulundurdukları uzun yıllar boyu onun suyundan yararlanmışlardır. Fakat Mekke ticaretinin gelişmesiyle halkın dünya hayatına dalmaları ve her türlü kötü işlere başvurmaları sonucu yavaş yavaş zemzem kuyusu kurudu.

Kaynak : İnsanların arasında günah ve fesadın yaygınlaşması, belaların inmesinin nedenlerinden biridir. Bu sözler, felsefesi ilkelere uygun olmasıyla birlikte Kur'an-ı Kerim ve hadislerde de açıkça hatırlatılmıştır. Örnek olarak  A'raf suresi, 96.ncı ayete bakabilirsiniz.

Bazılarıda diyor ki ; "huzaa " kabilesi, Cürhüm kabilesine saldırınca Mekke'yi terketmeye mecbur kalmışlardı.Cürhüm kabilesinin büyüğü Muzaz b. Amr, düşmanın saldırıları ile Mekke başkanlığının elinden çıkacağını kestirmişti. Bu yüzden Kabe için hediye ünvanıyla getirilen altından yapma iki geyik ve bir kaç tane çok kiymetli kılıcın kuyuya atılmasını ve sonrada kuyunun yerinin belli olmaması için de toprakla doldurulmasını emretmişti. Eğer tekrar geri dönüp Mekke'de hükümeti ele geçirirlerse, o hazineden yararlanabileceklerdi. Bir süre sonra Huzaa kabilesi saldırıya başlattı. Cürhüm kabilesi ve Hz. İsmail ( a.s. )'ın oğullarından bir çoğu Mekke'yi terketmeye mecbur olup, Yemen'e göçtüler. Daha sonra da onlardan hiç kimse Mekke'ye dönmedi.

O tarihten sonra, Mekke hükümeti, Huzaa kabilesinin eline geçti. Bilahare İslâm Peygamber'inin dördüncü Ceddi Kusay b. Kilab'ın iş üstüne geçmesiyle, Kureyş'ın yıldızı parladı. Abdülmuttlib'ın başkanlık dönemine sıra gelince de Zemzem kuyusunu kazıp açmayı düşündü. Fakat kuyunun yerini bilinmiyordu. Çok araştıtmalardan sonra nihayet kuyunun yerini buldu ve oğlu Haris ile birlikte kuyuyu temizlemek için gereken malzemeleri hazırlamaya başladı.

Genellikle her grubun içerisinde daima bahane peşinde olan ve her türlü olumlu işin yapılmasını önlemeye çalışan bir avuç insan vardır. Abdülmuttalib'in rakipleri de, bu iftiharın ona nasip olmaması için Abdülmuttalib'e itiraz ederek  "Ey Kureyş'in büyüğü dediler, bu kuyu Ceddi'miz Hz. İsmail ( a.s. )'in hatırasıdır.

Bizim hepimiz de onun evlatlarıyız. Bu yüzden hepimiz bu işe katılmalıyız. "Abdulmuttalib bazı nedenlerden dolayı önerilerini kabul etmedi. Çünkü Abdulmuttalib, tek başına kuyuyu açarsa suyu bedava olarak umumnun yararlanmasına bırakacak ve Allah'ın evine ziyarete gelenlerin sularını temin edilmesini sağlacaktı. Bu da, hiç bir kimse karışmadan tek başına bu işi yaptığı takdirde mümkün ancak."

Sonunda anlaşmayınca, kahin denilen Arab bilginlerinden birinin yanına gidip :" O ne derse kabul edeceğiz" diye kararlaştırdılar. Abdulmuttalib ve Rahipleri,Hicaz ve Şam arasında ki sussuz ve bitkisız çöllere koyuldular.

Yolun yarısında oldukça susadılar. Artık hayatlarının son dakikalarını geçirmekteydiler. Bu yüzden ölümlerini ve nasıl gömüleceklerini düşünüyorlardı. Abdulmuttalib : "Herkes kendisi için bir kabir kazsın. Öldüğü zaman kalanlar onu gömsün. Eğer susuzluk devam eder ve hepimiz ölürsek, en sonda öleninimizden başka hepimizi toprağın altına gömülmüş olur, yırtıcılar hayvanlara ve kuşlara yem olmayız "diyerek görüşünü açıkladı.

Abdulmuttalib'in görüşünü beğendiler. Herkes kendisi için bir kabir kazdı ve sararmış yüzleriyle ölümü beklemeye koyuldular. Fakat birden Abdulmuttalib seslendi : "Ey millet ! Böyle ölmek zilletle ölmektir. En iyisi, hepimiz bir arada çöle su arayalım. Belki Allah'ın lütfü halimize şamil olur."

Hepsi bineklerine binerek yola düştüler.

Çok sürmeden tatlı bir su buldular ve böylece ölümden kurtuldular. Ondan sonra geldikleri yoldan Mekke'ye dönüp Zemzem kuyusunu açmakta Abulmuttalib'in görüşünü kabul etiler ve onu bu hususta hür bıraktılar. ( Kaynak : Tarih-i Yakub-i c. 1, Sayfa 206 ve Sire-i İbn-i Hişam, c. 1 s. 45. )

Abdulmuttalib biricik oğlu Haris ile birlikte kuyu açmaya başladı. Epey kazdıktan sonra iki altın geyik ve bir kaç tane kılıçla karşılaştılar. Kureyş, tekrar yeni bir velvele çıkardı. Kendilerini bu hazineye ortak bildiler. Aralarında kur'a çekilmesini kabul ettiler. Çekim sonucu, iki altın geyik Kabe'ye, kılıçlar da Abdulmuttalib'e yetişti. Kureyş hiçbir şey alamadı. Fakat Abdulmuttalib çok cömertti. O kılıçlardan Kabe'ye bir kapı yapıp, geyikleri de o kapıya nasbeti...

İslam tarih bilimclerinin ön yargılarına düşmeden İslam tarihçilerinin kendilerince baş sayfalarda oturttukları tarih yazarlarından olan " Siyer İbn İshak " mukavvatınta bu konular hakında şöyle bir değerlendirme bulunmaktadır.

İbn-i Siyer kendi İslam tarih araştırmalarında Hz. Abdulmuttalib ( a.s. ) hakında şu değerli rivayetlerde bulunarak Hz. Abdulmuttalib ( a.s. )'ın Zemzem kuyusu konusunda şu açıklamaları yapmaktadırlar .

Abdulmuttalib , Kâbe'nin yakınında bir taşın üzerinde uyuyordu. Bir müddet sonra kalktı. Mekke'liler'e Zemzem kuyusunun kazılmasını emretti. İsmail oğulları ve Cürhümiler'in idaresinden beri Zemzem kuyusu kapalıydı. Zemzem kuyusunun hangi tarihlerden ve kimlerin tarafında neden ve niçin kapatıldığını bilinci hakında elimizde herhangi bir bilgi bulunmamaktadır.

Abdulmuttalib , Zemzem kuyusunun açılmasını şöyle emretti : " Ey Kureyşliler ! Bana Zemzem'i kazmam emrolundu. "

Kureyşliler :" Onu nereden biliyorsun?" diye kendisini soru suval halinde sorgulamaya başladılar.

Abdulmuttalib ( a.s. ) : " Hayır ", cevabını verdi.

Kureyşliler : " Sana Zemzem kuyusu'nun açılmasının emredildiği yere dön. Eğer bu emir , gerçekten Allah katındansa , sana Zemzem'in yeri konusunda bir açıklama yapılır. Eğer Şeytan'dansa, öğrenemezsin . "dediler.

Abdulmuttalib de aynı yerde tekrar uyudu. Rüyasında kendisine şöyle söylendi : " Zemzem'i kaz. Kazarsan gerçekten pişman olmayacaksın , O , Sana büyük babadan bir mirastır. Zemzem, kesinlikle azalıp eksilmeyecektir. Onunla çok büyük hacı kitlelerinin susuzluğunu gidereceksin. Orada onun güzelliği ve hoşluğu yüzünden adaklar yerine getirilecek. Zemzem bir miras ve sağlam bir akittir. O, bildiğin gibi değildir. Zemzem, temiz bir sudur. "

Abdulmuttalib : " O nerede ?" diye sorunca ona Zemzem'in yeri tarif edildi . Ve daha sonra İbn-i İshak bu açıklamayı yaparak şöyle devam etti.

Cümhümlü İsaf adlı adamla , Naile adlı bir kadın Kâbe'de zina ettiklerinden orada taş kesilmişlerdir.

Abdulmuttalib ( a.s. ) elinde bir kazmayla Kâbe'ye geldi. O iki taşlanmış insanın arasında bir yeri kazmaya başlayında Kureyşliler müdahale ettiler : " Vallahi önünde kurban kestiğimiz bu iki putun arasını kazmana izin vermeyiz. "  dediler. Abdulmuttalib , oğlu el- Haris'e : " Beni kolla. Vallahi ben , emrolunduğum işi kesinlikle gerçekleştireceğim . " dedi. Daha yukarda da verdiğimiz tarih kaynaklarınında bu konu hakında olan bilgilerin gerçekliliğini göstermektedir.

Kureyş , Abdulmuttalib ( a.s. )ın bu kararlığını görünce kendisine izin verdiler. Onu engellemekten vazgeçtiler, zaten onlarında bir içme suyuna ihtiyaçları olduğuna zorunlukları olduğu içinde fazla bir tepki göstermeye çalışmadılar. Abdu'l-Muttalib ( a.s. )'de kazmaya devam etti.

Bu kazma sonucunda yıllar önce kayb olan Zemzem suyu görünmeye birden bire büyüdü , ve çoğalmaya başladı. Bu amaçlada Hz. Abdu'l-Muttalib ( a.s. )'ın rüyasıda gerçekleşmiş oldu.

Kureyş , Abdu'l-Muttalib'in doğru söylediğini ve amacına ulaştığını anladı. Hemen yanına gelerek : " Zemzemi atamız İsmail ( a.s. )'ın kuyusudur. Onda bizim de hakkımız var. Zemzem'e bizi de ortak etmelisin . " dediler.

Abdu'l-Muttalib : " Hayır , Zemzem'e ortak olamazsınız. Çünkü onu açmak işi, size değil, içinizden yalnız bana verildi. " diye itiraz etti.

Kureyşliler, eğer kuyuya kendilerini ortak ederse onu yalnız bırakmayacaklarını, aksi takdir de muhakemeye başvurmak zorunda kalacaklarını söylediler- Bunun yerine Abdu'lüMuttalib . muhakemeyi yapacak hakimin belirlenmesini istedi. Kureyşliler , hakim olarak " Benu Sad b. Huzeym " adlı kahineyi seçti. Bu şahış Şam'ın ileri gelenlerindendi. Abdu'l-Muttalib de kabul etti.

Hz. İmam Ali ( a.s. )'dan bu olay şöyle rivayet edilmiştir : " Zemzem kuyusu'nun açılması olayını Abdu'l-Muttalib , taş üzerinde uyurken bir rüya görür . Kendisine kuyuyu kazması söylenir. O da kuyunun ne olduğunu sorar. Fakat cevap almadan uyanır. Ertesi gün, yattığı yere tekrar varır ; yine uyur. Bu defa da rüyasında Zemzem'i kazması söylenir. " Abdulmuttalib, Zemzem'in ne olduğunu sorar. Zemzemin , suyu azalıp tükenmeyen bir kuyu olduğu söylenir.

Sonra Abdu'l-Muttalib'e Zemzem'in yeri tarif edilir. Yattığı yerden kalkar. Tarif edilen yeri kazmaya başlar. Kureyşliler, Abdu'l-Muttalib ( a.s. )'e ne yaptığını sorarlar. O da kendine, Zemzem kuyusu'nu açması için emir verildiğini anlatır.

Kureyşliler Zemzem'i görünce , onda kendilerinin de haklarının olduğunu iddia ederler. Zemzem'in ataları İsmail ( a.s. )'ın kuyusu olduğunu hatırlatırlar.

Abdu'l-Muttalib , kuyuyu açma işinin yalnız kendine verildiğini, bu nedenle Zemzem'in de yalnız kendinin olduğunu iddia eder. Kureyşliler , Abdu'l-Muttalib'le bir makam huzurunda tartışmak isterler. Abdulmuttalib de kabul eder. Bunu Sad b. Huzeymadlı kahinenin aralarında hakimlik yapmasını önerirler. Bu kadın,Şam'ın ileri gelenlerindendir. Sanırımki bugünün aydınım diyen araştırmacıların isafsızca cahiliye dönemini eleştirirken kadın haklarının olmadıklarını savunmaları onların gerçektende tarihten habersiz oldukları kanıtlarının bir ispatı olması  bir gerçektir ki cahiliye dönemlerinde kadınların hakim olarak tayın edildiği gerçeği görmüş olacaklardır.

Abdul'Muttalib, ailesinden bir grup insanı da yanına alarak , Şam'a gitmek üzere yola çıkar. Kureyş'in her obasında üçer beşer erkek de onlara katılır.

O zamanlar Şam ile Mekke arası çöldür. Çölde biraz yol alınca , Abdul'Muttalib ve arkadaşlarının suyu tükenir. Susuzluktan öleceklerini düşünmeye başkarlar. Yöre halkından su isterler. Halk, onlar su vermez. Eğer onlara su verecek olurlarsa kendilerin de kalmayacağını , susuzluktan öleceklerini bildirirler. Bunun üzerine Abdu' Mutttalib , arkadaşlarının düşüncelerini almaya kalkar. Herkes ona tabi olduğunu bildirir. Abdulmuttalib de susuzluktan öleceklerini düşünerek herkesin kendi mezar çukurunu kazmasını ister. En son bir kişi kalana kadar , öleni, kendi çukuruna arkadaşlarının koymasının daha kolay olacağını düşünür. Ona göre, bir kişinin denf edilememesi, herkesin defn edilmesinden daha iyidir. Böylece herkes kendine bir çukur kazar.

Daha sonra , Abdu'l-Muttalib , oturup ölümü beklemenin bir acizlik olduğunu düşünür. Kalkıp çevrede dolaşırlarsa, Allah'ın kendilerine yardımcı olabileceğini düşünerek umutlanır. Yanındakilere dolaşmalarını söyler. Böylece Abdu'l-Muttalib de , yanındakiler de su aramaya başlarlar.

Abdu'l-Muttalib, devesinin üzerine oturunca, birden deve hızla yürümeye başlar. Ayağının altından da tatlı bir su kaynağı fışkırır. Abdu'l-Muttalib, hemen durur. Yoldaşları da yanına gelirler. Kaynaktan içerler, kaplarını doldururlar ve hayvanlarını sularlar. Sonra Kureyşlileri de çeğırırlar. Onlar da , su ihtiyaçlarını giderirler. Sonra da Abdu'l-Muttalib'e , Allah'ın ona yardımcı olduğunu ve çölde su verdiğinine göre Zemzem'i de ona verdiğini söylerler. Böylece davalarından vazgeçerler. Yazan: imam DİKMEN






Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. 10 b.



Abdu'l-Muttalib (a.s.)'ın



Soy Seceresi ve Zemzem


Kuyusunun Tarihçesi :



Kur'an ve Ehl-i Beyt bir gerçeğin altını çizerek tarihe mal edilmiş Zemzem kuyusunun özelliğini de irdeleyerek bir tarihin gerçekliğini açığa çıkarmanın sevincini yaşıyacaktır. Tarih bilinci ister felsefi açıdan olsun isterse de bilimsel açılarında olsun Zemzem kuyusunun hakındaki tarihinin nerde ve ne zaman çıkarıldığının bilincinde olmadığını gerçeğini ortaya koymuştur. Burda tarihçilerin bir Zemzem kuyusundan bahs ettikleri ve bunun kuruluş veya çıkış tarihleri hakında her hangi bir bilginin vermediklerinin gerçeğini ortaya koyamamışlardır. Bunun içindirki Kur'an ve Ehl-i Beyt bu gibi gerçeklerinde kaynağını irdeleyerek Hz. Muhammed ( sallallahu aleyhi ve âlihi )'nin pak ve masum temiz soyunun Abdu'l-Muttalib ( a.s. )'ın soy seceresiyle bağlıyarak inançlı bir soy seceresinin olduğunu ispatlanması olacaktır.



Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla :



Alemlerin Rabbi Allah'a hamd olsun, Efendimiz Muhammed ( sallallahu aleyhi ve âlihi )'i ve O'nun Masum ve pak tertemiz Ehl-i Beyt'ine selat ve selam, ayrıca onun yolunda ve izinde giden bütün şia müslümanlara selam olsun.

Bu bölümde Hz. Muhammed ( sallallahu aleyhi ve âlihi )'inin Dedeleri olan Abdu'l-Muttalib ( a.s. )'in seceresi ve onun Zemzem kuyusundaki inancı tarihi kaynakları ile konu edilecektir. " Hz. Abdu'l-Muttalib ( a.s. )'ın Hz. Adem ( a.s. )'a kadar uzanan Tertemiz soy seceresi zinciri :

1 . Hz. Muhammed ( s.a.v. ) 2. Abdullah ( a.s. ) 3 . Abdü'l-Muttalib ( asıl adı Şeybe'dir . ) 4 . Haşim ( Haşim'in adı'da Amr'dır . ) 5 . Abdu'l-Menaf ( Asıl adı Muğire'dir . ) 6 . Kusay . 7 . Kilab , 8 . Mürre , 9 . Ka'b , 10 . Lüeyy , 11 . Galib , 12 . Fehr , 13 . Malik , 14 . Nadr , 15 . Kinane , 16 . Hüzeyme , 17 . Müdrike ( Asıl adı Amir'dir . ) 18 . İlyas , 19 . Mudar , 20 . Nezzar , 21 . Ma'd , 22 . Adnan , 23 . Edep, 24 . Mikvam , 25 . Nahur , 26 . Teyruh , 27 . Ya'rib , 28 . Yeşcüb , 29 . Nabil , 30 . İsmail ( a.s. ) , 31 . İbrahim Halilu'r-Rahman ( a.s. ), 32 . Tarık ( asıl adı Azer'dir. ), 33 . Nahur, 34 . Saruh , 35 . Raü , 36 . Falih b. Ayr , 37 . Salih , 38 . Erfahşed , 39 . Sam , 40 . Nuh ( a.s. ), 41 . Lamek, 42 . Metuşlah , 43 . Ehnuh ( Bu , zanna dayanır. Allah'u Teâlâ daha iyi bilir ama , İdris Peygamber'dir ve kalemle yazı yazan ilk insandır . ) 44 . Muheylil , 45 . Keyn ( 1 ) , 46 . Enuş , 47 . Şis , 48 . Hz. Adem ( a.s. ) Yaratılan ilk insan ve ilk ademoğlu ve ilk peygamber.

Yunus b. Bukeyr i hadislerin ilk kaynağına kesintisiz vardığını ( müsnet olduğunu ) söylemiştir. İbn İshak ona söyle yazdırmıştır. Ya da okutmuştur. İlk kaynağa kesintisiz varmayanlar İbn İshak'a okunanlardandır.

Dünya bilim adamları Hz. İbrahim ve İsmail ( a.s. )'lar hakında bir çok şeyler not etmişlersede bu aşamada kendilerinden alınan cevapların yetersizliği nedeniyle Zemzem kuyusunun hakında her hangi bir tarihin belirlenmediği gerçeğinide gizliyememişlerdir. Fakat bu aşamanın dışında Kur'an-ı Kerim'de Hz. İbrahim ( a.s. )'ın hanımını ve oğlu İsmail ( a.s. )'ı Mekke'ye getirdikleri zaman orada herhangi bir suyun belirtisi olmadığı ve daha sonralarının Zemzem kuyusunun meydana geldiği gerçeğini anımsatmıştır.

Sonra da orada ayrılıp giderler . Abdu'l-Muttalib de ve arkadaşları ile geri döner. Zemzem'i kazmaya yeniden başlar. Kazı esnasınd iki altın geyik heykeli bulunur. Bunlar Cürhümlüler'in Mekke'den çıkarlarken oraya gömdükleri heykeller olduğunu rivayetleri mevcuttur.

Zemzem'i , Cebrail ( a.s. ) Hz. İsmail ( a.s. )'ın susayınca, topuğuyla kazmıştır. Diğer bir rivayet'te ve aynı zamandan da Kur'an-ı Kerim'in ayetinin hükmünce Hz. İbrahim ( a.s. ) Hz. Hacer ( a.s. ) ile İsmail ( a.s. )'ı bırakıp gittikten sonra İsmail ( a.s. )'ın susaması sonucu Hz. Hacer ( a.s. )'ın Sefa ile Merve arasında gidip gelip ağlaması sonucu Cebrail ( a.s. )'ın topuğuyla yere vurmasıyla Zemzem'in çıkmasına neden olmuştur.

Diğer bir rivayete göre de Hz. İbrahim, Hz. Hacer'i istemediği için, Hz. Sahra'nin isteği üzerine Mekke'ye götürüp yerleştirmiştir .

Hz. Hacer ( a.s. ) çok susamıştı.

Cebrail ( a.s. ) ona sorar :

" Sen kimsin ? "

" Bu İbrahim'in oğlu . "

Susuz musun ? "

" Evet . "

Cebrail ( a.s. ) kanadıyla yeri kazar. Hemen oradan su çıkar. Hacer , içmek için suyun üzerine kapanır. Eğer Hacer, suyun üzerine kapanmasaydı, Zemzem şimdi gürül gürül akan bir nehir olacaktı.

Abd-'l-Muttalib, Allah'u Teâlâ'nın yol göstericiliği ve yardımıyla Zemzem'i kazmıştı. Allah, Zemzem kuyusu'nu açma işiyle Abdu'l-Muttalib'e izzet vermiş böylece toplumdaki şerefini ve ihtibarini de arttırmıştır.

Zemzem kuyusu açılınca, Mekke'deki bütün su kaynakları terk edildi. Mekke ahalisi, Beytullah'tan ileri gelen yücelik ve faziletini bildiğinden bereket umarak su ihtiyacını hep Zemzem den karşıladı. Çünkü Zemzem, Mekkeliler'e Allah'ın Hz. İsmail'in susuzluğunu gidermesi olayını hatırlatıyordu. Zemzem , tatlı bir içecek ve hastalıklara da şifa olacaktı.

Ve diğer bir rivayette'de Abdü'l-Muttalib , orada , iki geyiğin dışında birkaç geyik daha bulmuştu. Kureyşliler , Abdü'l-Muttalib'e çıkardıklarına ortak olmaları gerektiğini, bulunan şeylerden haklarının olduğunu söylediler. O da kabul etti. Kureyşliler'i taksimde anlaşmaya çağırdı ve bulunan şeyler için fal atmayı önerdi. Kureyşliler bu işin nasıl yapılacağını sordular. Abdu'l-Muttalib de, Kâbe için iki ,yine kendisi ve onlar için de ikişer fal yapacağını, kime ne çıkarsa kabul edeceğini söyledi. Kureyşliler , bu paylaşmanın adil olduğunu düşündüler ve kabul ettiler . Bunun üzerine Abdü'l-Muttalib , Kâbe için iki sarı , kendisi için iki siyah ve Kureyş için de iki beyaz fal yaptı. Sonra onları falları vurana verdi. Sonra da ayağa kalkıp dua etti :

" Allah'ım, mutlak kudret sahibi sensin : övgüye layıksın, Rabbimsin . İlk yaratan , öldükten sonra da tekrar diriltecek olan sensin. Sert ve sabit şeyleri ayakta tutansın. Eski ve yeni her şey senden gelir.

Dilersen istediğini İlham edersin.

Bugün ne istiyorsan beyan et. Şüphesiz ben , adakta bulundum, sözlerimi yerine getiririm.

Bunu yap Rabbim , geri dönmeyeceğim . "

Falcı Kâbe için ayrılan iki sarı falı vurdu ; iki ceylan yavrusuna çıktı. Abdü'l-Muttalib , onları Kâbe kapısına koydu. Bunlar , Kâbe'nin ilk altın zineti oldu.

İki siyah fal, kılıçlara ve Abdü'l-Muttalib'in zırhına çıktı . O da bunları aldı.

Cahiliye döneminde Kureyş ve diğer Arap kabileleri dua ettikleri zaman " seci " yaparak konuşurlardı. İnançlarına göre, bu şekilde dua edilince , duanın geri çevrilmesi , yani kabul edilmemesi pek olmazdı. Evet Ehl-i Sünnet alimlerince inançlı olmayan bir şahşiyete sahip olan Abdü'l-Muttalib ( a.s. )'ın tek tanrılı bir ilahi güce bu şekilde inanırken ve kendi istek ve dileklerini araçsız olarak Kâbe'nin Rabbine iletirken, bunun karşılığındaki yaptığı kanunlarının ilahi bir tek tanrılı inanca sahip olması elbette göz ardı edilemez. Öbür taraftan da Kur'an'nın Fil Süresinde direkmen Abdü'l-Muttalib ( a.s. )'ın duasına icabı nedeniyle vuku bulması sanırım artık göz ardı etmeyeceklerdir. Daha geniş bilgi için İslam tarihçilerin kaleme aldıkları tarih sayfalarına ve Kur'an tefsirlerine ayrıca Taberi tarihlerine ve Siyer kitaplarına İbn İshak belge ve kaynaklarına bakılabilir.



Verilen Sözde Yapılan Fedakarlık :



Bizim dilimizin ve çağımızın tavırıyle Arap Cahiliye zamanının kötü sıfatlar içeririsine hahs oldukları halde, övülecek sıfatları da vardı. Mesela ahdi yani sözünde durmakla ve durmamak arasındadi farkın gerekliğini amınsatan delillerin bulunduğu, ve ayrıcada verilen sözde durmamak en kötü bir hareketti. Bazen Arap kabileleriyle çok ağır ve zor anlaşmalar imzalar ve sonuna kadar ona bağlı kalırlardı. Kimi zaman çok zor şeyler söylerlerdi, ama her türlü zorluklardan ve zametlerden de çekinmezler ve onun ahdini yerine getirirlerdi.

Kur'an'da bu verilen ahdlara karşı kulanılan ayetlerde mevcut. Misal olarakta Hz. İbrahim ( a.s. ) Hz. Zekârya ( a.s. ) gibi örneklerden de sonra Hz. İbrahim ( a.s. )'ın soyundan ve onun soyunun takipçisi olan Abdulmuttalib ( a.s. ) gibi şahşiyetlerinde Arap toplumnunda bulunması gibi.

Abdulmuttalib, Zemzem kuyusunun kazdığı zaman fazla evladı olmadığı için Kureyş faşsit zalim sermayaderlerin arasında güçsüz bir konumundaydı. Bu yüzden on tane oğlunun olması için Rabbi'ne dua etti. Ve yaptığı ahdinin şartı şuydu ? On tane oğlum olursa bir tanesini sana kurban adayacağım sözleşmesiydi. Aynı zamanda insan oğlunun yaşama kurallarında en önemli olan su ve hava'dır. Bunlardan herhangi birinin ekşikliğinde insan oğlunun yaşaması imkansız olur. İnsan hayatının acımasız şartlarından biride egemenlik, kişiliğin kurallar tanımaz hükümet konumuna sahip olmak kendisinin karşısında öbur varlıkları küçümsemekle onlara söz geçirmek. İşte Kureşy egemen faşist idarecilerinin zülmü karşısında ki sesizliğinin içine sindirmeyen ve her zaman adalet doğrultusunda yaşayiş tarzlarına riyayet ekmek amacında olan Abdulmuttalib'in yanlızlığının Rabbi'ne yalvarması.

Abdulmuttalib "rabbi'ne " yalvarmasından sonra "Allah teâlâ " onun o sadık sözlerine icabet edip kısa ir zaman içerisinde ona tam on erkek oğul verd. Abdulmuttalib'de Rabbi'ne karşı verdiği ahdinin yerine getirmeliydi. Mevzuyu oğlularına açıp onların rızasını aldıktan sonra kur'a ile birini seçmeyi düşündü. ( Bu sözleşme mevzusu Hz. İbrahim ( a.s. )'ın Allah'la yapılan sözleşmeye ne kadar da benziyor. Yeri geldiği zaman da ayetlerle belgeleyeceğiz. ) Ve bu konuyu kendi oğullarına açınça. Oğullarından olumlu sonuç alınca : Kaynak .: Yukarıdaki hikayeyi, tarihçiler ve Sire yazarlarının çoğu nakletmiştir. Bu hikaye, Abdulmuttalib'in ruhunun büyüklüğünü, iradesinin güçlülüğünü ve ahdine ne kadar vefalı olduğunu göstermektedir. Bu yönden de takdire sayan bir hikayedir.

Kur'a çekim merasimi yapıldı. Kur'a, aziz peygamberimizin babası Abdullah'ın adına çıktı. Abulmuttalib, hiç geçikmeden Abdullah'ın elinden tutup kurbangaha taraf götürdü. Kureyş'liler Abdulmuttalib'ın nezri ve kur'a çekmesinden haberdar oldu. Gençler gözyaşları döküyorlardı. Bazıları :"Bu gencin yerine keşke beni kesselerdi "diyorlardı.

Kureyş'in büyükleri : "Eğer, diyorlardı, onun yerine mal verebilirsek, biz servetimizi Abdulmuttalib'e vermeye hazırız." Abdulmuttalib milleti çoşkun duygu dalgaları karşısında ne yapacağını bilmiyordu. Ahdini çiğnememeye dikkatli olmasıyla birlikte bu müşküle bir çözüm yolu arıyordu. Orada biri : "Bu meselyi bir kahine söyleyelim. Belki o bir çözüm yolu bula bilir" dedi. Abdulmuttalib ve Kureyş büyükleri, bu öneriyi kabul ettiler. Bunun üzerine "Yesrib'de bulunan bir bilgin'in ( kahin ) yanına gittiler. O, cevap vermek için bir gün fırsat istedi. İkinci gün hepsi onun yanına gittiğinde şöyle dedi ;" Sizin aranızda bir insanın kan parası ne kadar dır ? "

"On devedir" dediler. " öyleyse, dedi, on deve ile kurban edilmek için seçilen kişinin arasında kur'a çekin. Eğer kur'a o adamaın adına çıkarsa, develeri iki kat edip, develerle onun arasında çekim yapın. Tekrar kur'a çekin kur'a develerin adına çıkıncaya kadar bu şekil devam edin..."

Kahin'in önerisi, halkın duygularını sakinleştirdi. Çünkü yüzlerce deveyi kesmek onlara, Abdullah ( a.s. ) gibi bir gençi kendi kanına bulandığını görmekten daha kolaydı. " Mekke'ye" göndükten sonra bir gün herkesin toplandığı bir yerde kur'a çekme merasimi yapıldı ve onuncu defa develerin sayısı tam ( 100 )'e çıkınca kur'a develerin adına çıktı. Bu çok sevindirici bir olaydı. Abdullah'ın kurtulması, halkı çok sevindirdi. Fakat Abdulmuttalib : "Yeniden kur'a çekeceğim ki Allah'ın bu işe razı olduğunu bileyim " dedi. Abdullah ile ( 100 ) deve arasında üç defa kur'a çekti. Her defasında da kur'a ( 100 ) devenin adına çıktı. Böylece, Allah'ın bu işe razı olduğuna kanaat detilirdi.

Abdulmuttalib, aynı günde kendi şahsine ait develerinden ( 100 )tanesini ( Kabe'nin önünde kurban kesti ve hiçbir insan ve hayvan, kurban etinden yemekten alıkoymamalarını emretti.. Ve her kes o adaklardan doya doya yedi.

Kaynak : Sire- İbn-i Hişam,c.1 s. 153 ve Bihar'ül Envat, c. 74- 79 Aziz Peygamberimizden nakledilenler ki buyurdu : "Yani : "Ben, Kesilmeye makum olan iki şahsın oğluyum." Bu iki şahış ceddi Hz. İsmail ile babası Hz. Abdullah'tır. Yazan: imam DİKMEN



Kuran ve Ehl-i Beyt araştırmalarından okuyucularına dua

İmam Ali (a.s.)’ın kutsal mubarek dualarından bir dua:

Selam Aleykum çok Degerli www.kuranveehlibeyt.com ve www.kevsersuyu.nl Okuyucu ve Ziyartecielerimiz Yüce Rabbim bizleri duadan ayirmasin ins ALLAH özeliklede bu mübarek Cuma günnde su son dönemelerdeki hepimizin duaya o kadar cok ihtiyaci varki ALLAH cc bizleri bu dunyada duadan ayirmasin ins ALLAH dualariniz kabul Cumaniz mubarek kılar inşallah ALLAH...!
İmam Ali (a.s.)’ın bir duasıyla Ey Merhametlilerin en Merhametlisi! Ey Tövbeleri kabuleden ve Dualara icabet eden Rabbimiz! Sana yöneldik. Efendimizi şefaatçi yapıyor, ellerimizi O'nun mübarek ellerinin altında tutuyor ve istediklerimizi böylece istiyoruz. Ey Rabbimiz! Ettiklerimize binlerce tövbeler olsun. Günahımız çoktur ama, Senin rahmetinde her şeyi aşkındır, her şeyi kuşatmıştır. Rahmetin gazabını geçmiştir. Bize rahmetinle muamele eyle.
Ey Rabbimiz! Bazı yüzlerin ağarıp, bazı yüzlerin kararacağı günde; bizi yüzleri ak, gönülleri pak olan, sevgili Resülünün ve O’nun Ehl-i beyt bayrağı altında toplanan mesut insanlar zümresine kat. O'nun
Yanında cennete girmeyi, mübarek Cemalini görmeyi, Senin Hz. Resulun Hz. Muhammed (s.a.v.) Ehli Beyt (as)’na komşu olmayı ve en büyük makam olan rızana ulaşmayı nasip eyle .
Ey Rabbimiz! Mülkün sahibi sensin. Dilediğine mülkü verir, dilediğinden alırsın. Dilediğini aziz, dilediğini zelil edersin. Bütün hayırlar, iyilikler senin elindedir. Sen her şeye Kadirsin, Sen Lütfedensin bize dünyada ve ahirette iyilikler ver.
Ey Rabbimiz! Bizim ve çocuklarımızın kalplerimize İslam nurunu, Kuran hidayetini Ehlibeyt (a.s) in sevgisini bahşeyle. Bütün soyumuzu İslam’a ve Kur’ana Ehli beyt (a.s)’a bağlı insanlar eyle. Hepimizi müslüman olarak yaşat. Bizi dünya ve ahiret mutluluğuna nail eyle .

Ey Rabbimiz! Habibin Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) yüzü suyu hürmetine; ve Ehli Beyt (a.s) seffati hürmetine müslümanların kalplerindeki her türlü ayrılık tohumlarını gider.
Bizi Hz.Resulünun ve Ehlibeytin sevgisi gibi birbirine dost ve birbiri için yaşayan ve savaşan insanlar eyle .

Ey Rabbimiz! Sen Selamsın, selamette ancak sendedir. Ey Rabbim bize Resulun Hz Muhammed Mustafa (s.a.v.) ve Ehlibeyt (a.s)’ların hurmetine rahmet et. Öyle bir rahmet et ki; o rahmetinle; bizi bütün korku ve belalardan kurtar. Bütün ihtiyaçlarımızı gider, günahlarımızı temizle, bizi katındaki en yüce derecelere çıkar. O rahmetin hürmetine hayatta iken de öldükten sonra da düşünülebilecek bütün hayırların en yücesine ulaştır.
Ey Rabbimiz! Bizi, Üstadımızı, Büyüğümüzü, ana-babamızı, Kuran-i ve iman hizmetinde çalışan kardeşlerimizi, eşlerimizi, çocuklarımızı, akrabalarımızı, ecdadımızı, mümin dostlarımızı iyi kullarınla birlikte cennetine koy.
Ey Rabbimiz! Nesillerimize inayet eyle, onların imdadına koşmayı bize nasip eyle. Kalbi, gönlü kırıkların, ihtiyaç sahiplerinin imdadına koşmayı bizlere nasip eyle. Bizleri birbirimize sevdir ve insanca yaşamayı nasip eyle. Kalplerimizi, ayaklarımızı kaydırma.
Ey Rabbimiz! Senden ah-u efgan edip sana dua dua yalvaran, Sana karşı saygı ile dopdolu olan ve Senin yoluna yönelen kalpler istiyoruz. Nefislerimize takva bahşeyle ve onları temizle.
Ey Rabbimiz! Hatalarımızı kar ve dolu suyu ile yıka. Kalblerimizi günahlardan beyaz elbisenin kirden temizlendiği gibi temizle ve bizimle günahlarımızın arasını doğu ile batının arasını ayırdığın gibi ayır.
Ey Rabbimiz! Senden dünya ve ahirette afiyet ve bizden şerri uzaklaştırmanı dileriz. Alem-i İslamı ve bütün insanlığı arzi ve semavi afetlerden koru.
Ey Rabbimiz! Gücümüzün zayıflığını, çaremizin azlığını ve insanlarca önemsenmeyişimizi sana şikayet ediyoruz. Bizi kendi gözümüzde küçük, fakat insanların gözünde büyük eyle.
Ey Rabbimiz! Senden rahmetini celbedecek şeyleri, gerçekleşmesi muhakkak olan mağfiretini, her türlü günahtan korunmayı, her türlü iyiliği kazanmayı, cennet ve Cemal'inle şereflenmeği ve cehennemden kurtuluşu dileriz.
Ey Rabbimiz! Bilerek veya bilmeyerek işlediğimiz günahlarımızı mağfiret et. Senden işimizde rüşde hidayet etmeni istiyor, nefislerimizin kötülüklerinden sana sığınıyoruz.
Ey Rabbimiz! Bizi yücelt, eksiğimizi- gediğimizi gider, bize rızık ihsan et, bizi salih amellere, güzel ahlaka ilet. Zira bunların salih olanına ancak sen ulaştırır, kötülerinden de ancak sen alıkorsun.
Ey Rabbimiz! Ciddiyetimizi şakamızı, zulmümüzü ve haksızlıklarımızı, hatamızı, kastımızı mağfiret buyur. İtiraf ediyoruz ki bu kusurların hepsi bizde vardır, ihsan ettiğin nimetlerin bereketinden bizi mahrum etme, mahrum ettiklerinle de imtihan etme.
Ey Rabbimiz! Her işimizde esas olması itibariyle dinimizi ıslah et. İçinde geçimimiz olan dünyayı ıslah buyur. Döneceğimiz yer olan ahiretimizi ıslah et. Hayatı her türlü hayırları artırmamıza vesile kıl. Ölümü de her türlü şerlerden kurtulup rahat etmemize vesile yap.
Ey Rabbimiz! Bizi, Seni çok zikreden, Senden çok korkan, Sana çok şükreden, Sana çok itaat eden, Sana karşı içi saygı ve huşu ile dopdolu olan, dua, dua yalvaran ve durmadan Sana teveccüh eden insanlar eyle.
Ey Rabbimiz! Sana güzelce ibadet etmeyi istiyor, Senden doğru yolda azim ve sadık diller selim kalpler dileniyoruz. Dillerimizdeki düğümleri çöz, onları güçlendir ve istikamet ver. İçimizdeki kinleri, nefretleri ve hasedleri sök al.
Ey Rabbimiz! Senden hayırlı işler yapmayı, kötülükleri terk etmeyi, fakirleri sevmeyi, bizi bağışlamanı, bize merhamet etmeni ve insanların fitnesini murat buyurduğunda fitnelere düşmeden bizi vefat ettirmeni dileriz.
Ey Rabbimiz! Senden; Senin sevmeni, Senin sevdiklerinin sevgisini ve bizi Senin sevgine ulaştıracak amellerin sevgisini dileriz. Senden tertemiz bir hayat, dosdoğru bir ölüm, rezil etmeyen ve ayıpların sayılıp dökülmediği bir dönüş istiyoruz.
Ey Rabbimiz! Senden hidayet, takva, afiyet ve zenginlik istiyoruz. Bize talihsiz ve nankör olmayan, şirkten arınmış, tertemiz kalpler lutfeyle.
Ey Rabbimiz! Bize korkudan öyle bir pay ayır ki; bu sana karşı işlenecek günahlarla bizim aramızda bir engel olsun. İtaatinden öyle bir nasip ver ki; o bizi cennetine ulaştırsın. Yakininden öyle bir hisse lutfet ki; dünyevi musibetlere tahammül kolaylaşsın.
Ey Rabbimiz! Sağ olduğumuz müddetçe; kulaklarımızdan, gözlerimizden, kuvvetimizden, istifade etmemizi nasip et. Aynı şeyi bizden sonra gelecek olan neslimizede nasip et.
Ey Rabbimiz! Bizi; azgın ve mütecavizlere karşı muzaffer kıl. İntikamımızı bize zulmedenlerden al, merhametsizleri bize musallat etme. Bize dini musibet verme. Dünyayı ne asıl gayemiz kıl ne de ilmimizin son hedefi.
Ey Rabbimiz! Düşmanlarımızın ve bizi düşman görenlerin birliğini boz, onların cemaatılarını paramparça eyle, içlerine ayrılık tohumları saç. Birbirlerine karşı kin ve nefret hislerini kamçıla, kurmuş oldukları oyunları ve komploları başlarına geçir. İslam düşmanlarını, bizi düşman ilan edenleri, Senin düşmanlarını ve Kur’an düşmanlarını, kör, sağır ve dilsiz eyle.
Ey Rabbimiz! Bize hile yapanları ve yapmayı düşünenleri, bize komplo kuranları ve kuracak olanları, düşmanlık yapanları ve yapacak olanları, aldatanları ve aldatarak hile yapacak olanları Sana havale ediyoruz.
Ey Rabbimiz! Bizim ve iman ve Kur’an hizmetindeki kardeşlerimizin; istediğimiz ve istemediğimiz, bildiğimiz ve bilmediğimiz bütün ihtiyaçlarımızı gider ve bütün belaları bizden sav.
Dünyanın her yerindeki Senin rızan için hizmet eden kardeşlerimizi bizlerle beraber ihlas-ı etemme muvaffak eyle.
Ey Rabbimiz! Bütün günahlarımızı küçüğünü-büyüğünü, evvelini-ahirini, açığını-gizlisini bağışla. Bize merhamet et, kırığımızı- döküğümüzü sar ve bizi yücelt.
Ey Rabbimiz! Kusularımızı affet, bizi kendine kul kabul et, emanetini kabz-etme anına kadar bizi emanetinde emin kıl. Bizleri cennet ve Cemalinle ! Ödullendir.. Ey Rabbimiz! Biz
Muhammed ümmetinin dağınıklığını gider, bize birlik ve dirlik ver. Kalplerimizi birbirine ısındır bizleri birbirimize sevdir, bizden bütün şerleri ve zararları uzaklaştır.
Ey Rabbimiz! Bizi idare edenleri hidayet eyle, vatanımız ve insanlarımız için yapmak istedikleri iyi şeylerde yardımcı ol.
Ey Rabbimiz! Ömrümüzün en hayırlı anını son anımız, amelimizin en hayırlısını son amelimiz ve günlerimizin en hayırlısını ise sana kavuştuğumuz gün kıl.
Ey Rabbimiz! Bizi Senin rızana ulaştıracak amellere muvaffak kıl. AMİM ALLAH (cc) in afi Peygamber (s.a.v.) selami Ehlibeyt (a.s) sefati hepinizin ve hepimizin uzerine olsun inşallah. ALLAH’ın laneti de Kuarn ve Ehl-i Beyt düşmanların üzerine olsun. Kuran ve Ehl-i Beyt Selamları ve duaları ile
www.kuranveehlibeyt.com ve www.kevsersuyu.nl duaları ile Her hafta yenilikeleriyle ve makalelerle hizmetinizde Allahumme Salli Ala Muhammed'in Ve Âl-i Muhammed Ve Accil Ferecehum
Eğer bir gün dünyaya ait çok büyük bir derdin olursa,Rabb'ine dönüp "benim büyük bir derdim var" deme! Derdine dönüp "BENİM ÇOK BÜYÜK BİR RABB'İM VAR!" de!
HZ. PEYGAMBER EFENDİMİZ (s.a.a) Bir hadisi şeriflerin de ŞÖYLE BUYURUYORLAR: CENNET, EHLİBEYTİME ZULMEDEN VE İTRETİM HAKKINDA BENİ İNCİTENE HARAM KILINMIŞTIR. (Tefsir-i Kurtubi,c.16,s.22).
Yazan. imam Dikmen




Kuran ve Ehl-i Beyt. 11


FİL YILI HARBİ ve MEKKE :


Tarihleri biraz karıştırdığımız zaman karşımıza ilk etapta insanların aralarındaki yapılan savaşlar gelir. Ama bizler isek bu yapılan savaşların cıddiyetini göz önünde burundurmadam henem onlar hakkında kesin ve yanlış kararlar veririz. Sadece ve sadece kendi fikirlerimizin doğruluğundan başka yapılan savaşları ciddiye alamayız. İşte bunlardan bir kaçından örnek verdikten sonra tarih'ın en büyük mucadelesinin yapıldığı bir savaşı kaydedeceğiz ki buda Fil savaşıdır.
Milletler içierisinde vuku bulan ve kimi zamanlar dini, milli veya siyasi kökleri olan büyük bir olaylar, genellikle o millet veya milletler tarihinde dönüm noktalarını oluşturmaktadır. ( Aslında yanlış yönüyle algıladığımız dini bir terim basın ve medya yönüyle sadece Allah'a bağdaştırmaktan öteye gitmeyişimizin kanıtı yanlış anlamamıza neden olmaktadır. Eğer bizler ( DİN'İ ) terimini ( DEVLETLEŞME ) yönüyle algılarsak o zaman İslâm'i ve Peygamber'lerin mucadelelerini daha iyi kavramış oluruz kanısındayım.
Bunların örneği ; Hz. Musa ( a.s. )'ın kıyamı. Bu tarih kitaplarında ve Bizim inancımızı simgeleyen devletleşmede ki adıyla "Kur'an-i Kerim." Yahudiler için ; Hz. İsa ( a.s. )'ın doğumu, ve Hıristiyanlar için ve İslâm peygamber'inin hicreti de müslümanlar için tarihte dömün noktası olmuş ve bu üç milletten her biri, hayatlarındaki olayları onunla ölçü alabiliriz.
Bazı zamanlar bazı millet, bir asıl tarih'e sahip olmakla birlikte kimi olaylardan da, tarih başlangıcı olarak faydalanmaktadırlar. Mesela, batı ülkeleri ve Devletleri )'ınde , Fıransız devrimi ve Rusya çarı'nın yıkılışının ardından "Rusya'da 1917 Ekim Komünist Hareketi" diğer bir çok olaylar için tarih başlangıcı olmuştur. Fakat siyasi ve dini hareketlerden mahrun olan medeniyetsız milletler, tabiaâtıyla olağan üstü olaylar, tarih'in başlangıcı olmuşlardır ki bunlardan da örnek Fil savaşı.
Bu yüzden doğru bir medeniyete sahip olamayan cahiliye ( Arap ) 'ların, savaş deprem ve kıtlık gibi acı olaylar veya olağan üstü olguları, kendileri için tarihin başlangıcı olarak kabul ediyorlardı. Bu yüzden Arap tarihinde çeşitli tarih başlangıçları görmekteyiz. Bunların en sonuncusu ve hepimizin de bildiği Fil yılı hadisesi ve ( Ebrehe'nin kâbe)'yi tahrib ekmek amacıyla Mekke'ye saldırmasıdır. Ve Hıristiyanların dünyaya hakim kılmasıydı. Bu olay, daha sonra diğer olaylar için bir tarih'in başlangıcı oldu.
Bu hadise, M.s. 570.nci yılında meydana geldi ki Aziz Peygamber ( s.a.v. )'ın aynı yılda dünya'ya mücdelenmesidir. Şimdi bu büyük olay ve hadiselerin incelemesine bir bakalım.


Bu Olaylar Nerden Kaynaklanmaktadır :



"Ashab'ı Fil" öyküsü Kur'an-ı Kerim'de kısaca "Fil süresiy'lede açıklanmaktadır. Biz bu olayı anlattıktan sonra bu konuda inen ayetleride ele alacağız. Tarihçiler bu olayın kökü hakkında şöyle yazıyorlar. Yemen hükümdarı "Zunüvas", yolculuklarından birinde Yesrib ( Medine)'den geçmişti. O zaman yesrib, dini açıdan iyi bir mevkiye sahipti. Yahudilerden bir grup oraya toplanmış, şehrin her tarafında çok mabedler yapmışlardı. Yahudiler, fırsattan yararlanarak Yemen şahını çok ağırladılar ve onu kendi dinlerine davet ettiler. Çünkü o, yahudi dinini kabul ettiği takdirde yahudiler, onun hükmetinin himayesi altında Roma Hıristiyanları ve putperest Arapların hücumlarından emanda olacaklardı. Bu konudaki tebliğleri etkili oldu. Zunüvas yahudiliği kabul etti ve onun yaymak için çok çalıştı. Bazıları korkudan Yahudiliğe inandılar, kimileri inanmadıkları için ağır cezalara uğradılar. Hıristiyanlığı yakın bir geçmişte kabul etmiş olan Necran halkı, kendi dinlerini terkedip yahudilik öğretilerine uymağı hiçbir pahaya kabul etmedier. Onların bu işi, Yemen padişahına ağır geldi. Bu yüzden büyük bir orduyla Necran asillerini ezmeye kararlaştırdı.
Ordunun komutanı, Necran Şehrinin eşiğinden bir çukur kazdırıp içerisinde korkunç bir ateş yaktılar ve muhalifleri yakmak ile tehdit eti. Hıristiyanlığa gönülden bağlı olan Necran'ın yiğit halkı, bu tehditten asla korkmayıp ölüm ve yanmağa kucak açtılar.
Kaynak : El-Kamil, c. 1 s. 253'ten itibaren. Bu grub, Kur'an-ı Kerim'de (Büruc süresi, 4-8 Ayetler ) "Ashab'ul-Uhud" adıyla anılmış başlarında geçenler kısaca anlatılmaktadır. Müfessirler. Ayetlerin nüzul sebebini çeşitli şekillerde nakletmişlerdir. Bkz. Mecma'ul-Beyan, sayıda baskısı, c.5 s. 464-466.
İslâm tarihçisi İbn-i Esir-i Cezeri şöyle yazıyor : " O sırada Necran ehalisinden bir kişi Roma kayserenin yanına kaçtı ve o zamanda hıristiyanlığı şiddetle savunan Roma imparatoruna Necran'da olup bitenleri anlatarak, o kan içici kişiyi cezalandırmasını ve hıristiyanlık dininin temellerini o yörede sağlamlaştırmasını istedi. Roma imparatoru, duruma üzüldüğünü bildirerek şöyle dedi : "Benim hükumetimin merkezi, sizin bölgenizden uzak olduğundan dolayı Habbeşistan padişahı Neccaşi'ye bir mektup yazacağım. OndanNecran'da öldürülenlerin intikamını almasını istiyeceğim." Necranlı adam, Kayser'in mektubunu alıp hızla Habbişistan'a doğru yola çıktı. Habeşistan'a yetiştiği zaman Habişistan Padişahına olayı baştan sona anlattı. Padişah olayı duyunca gayretle geldi. Bunun üzerine, "Ebrehet'ül-Eşrem" adında bir Habişistan'lının komutasında, sayısı yetmiş bini bulan bir orduyu Yemen'e doğru sevketti. Habişistan'ın düzenli ve donanmış ordusu denizden geçerek Yemen kıyılarında çadır kurdu. Zunüvas, ne kadar çalıştıysa, sonuç alamadı ; her ne kadar kabilelerin başkanlarından yardım istediysede olumlu bir cevap alamadı.
Sonunda ufak bir hamleyle hükümet devrildi ve Yemen gibi bayındır bir ülke Habeşistan hükümetinin eline geçti. Ordunun komutanı Ebrehe, Habeşisten padışahı tarfından oranın hükümdarlığına tayin edildi.
Ebrehe, Habeşistan Padişahının dikkatini çekmek için Sana'da zamanında benzeri olmayan görkemli bir kilise yaptırdı. Sonra Neccaşi'ye şu anlamda bir mektup yazdı. "Kilise'nin yapımı bitmek üzeredir. Yemen halkını Kâbe'yi ziyaretten önlemeyi ve bu kilise'yi ziyaretgah yapmağa düşünüyorum. "Mektubun mazmunun ( Mevzusu ) Arap kabileleri arasında yayılması, kötü bir tepki yarattı. Hatta Beni Efkam kabilesinden bir kadın bir gece o kiliseyi pislemişti bile . Arapların Ebrehe'nin kilisesine karşı itinasızlık, saygısızlık ve düşmanlıklarını gösteren bu amel, Ebrehe'yi çok öfkelendirdi. Bir yandan da her ne kadar yaptırdığı mabedin süs püsüne önem veriyorduysa da halkın Kâbe'ye bağlılığını bir türlü kesemiyordu. Bu yüzden Ebrehe, Kabe'yi yıkmak için yemene hareket etti. Bu iş için ordu düzenledi ve ordunun ön kısmını savaş filleriyle donattı. Daha sonra Tevhid Kahramanı İbrahim Halil'ür-Rahman'ın yeniden yaptığı evi yıkmak için yola çıktı. Araplar her ne kadar durumun hassas ve Arap milletinin bağımsızlığını ve şahsiyetinin çöküş eşiğinde olduğunu görüyorlardiyse de Ebrehe'nin geçmişteki başarılarından dolayı dehşete kapılıp herhangi olumlu bir işe teşebbüs etmediler. Ama yine de Ebrehe'nin yolu üstünde olan bazı cesaretli kabile başkanları yiğitçe savaştılar. Örnek olarakta Yenem eşrafından olan "Zunefe " ateşli hitabeleriyle kavmini Kabe'yi savunmaya çağırdı. Fakat kısa bir surede Ebrehe'nin ordusu onları dağıttı. Ondan sonra "Nüfeyl b. Habib" şiddetli bir mücadele verdi.
Ancak onunda ordusu kısa bir zamanda yenilgiye uğradı kendiside esir düştü ve Ebrehe'den af diledi. Ebrehe de : Bize Mekke'ye kadar yol gösterirsen seni bağışlarım " dedi.
Bu yüzden Nüfeyl, Taif'e kadar Ebrehe'yle ordusuna kılavuzluk etti, orada o tarafın da yol göstericiliğini Ebu Rağğal adında bir dostunun üzerine bıraktı. Yeni kılavuz onları "Mekke" yakınında : Mugammes" denilen bir yere kadar götürdü. Ebrehe'nin ordusu, orayı kendine karargah edindi. Ebrehe, eski adet üzerine komutanlarından birini Tihamelilerin ( Mekkeliler ) deve ve hayvanlarını yağmalamakla görevlendirdi. Yağma edilen develerin içinde Abdulmuttalib'in ( 200 ) devesi vardı. Daha sonra Hanata adında diğer bir komutanını Kureyş'in büyüğüne ulaştırmakla görevlendirdi ve ona şöyle dedi : "Kâbe'nin yıkılığını gözlerimin önünde görüyorum. Kesindir ki Kureyş önce mukavemet edecektir. Fakat kan dökülmemesi için hemen Mekke'ye git ve büyüklerine de ki : Benim hedefin Kâbe'yi yıkmaktır, eğer Kureyş karşımda durmazsa onlara dokunulmacaktır.
Ebrehe'nin elçisi Mekke'ye girdiğinde her tarafa bu olay hakkında konuşulduğunu gördü. "Kureyş'in büyüğü kimdir ?" diye sorulduğunda onu Abdulmuttalib'in evine götürdüler. Abdulmuttalib, Ebrehe'nin mesajını dinledikten sonra şöyle dedi : "Biz asla savunmaya kalkışmayacağız. Kâbe Allah'ın evidir. Allah neyi hayır bilirse o olacaktır . " Abdulmuttalib'in derin bir imana sahip olduğunu da gösteren yumuşak ve barışçı mantığı, Ebrehe'nin elçisinin hoşuna gitti ve kendisiyle birlikte Ebrehe'nin karargahına gelmesini istedi.
Evvet dinin temel niteliklerine girersek demek ki dinin sadece namazdan ve haccdan ibaret olduğunu görmiyeceğiz. Dinin temelliğinde kutsal bir anasanın ve hukuk üstünlüğünün hukuk olduğunun ve devletleşmenin temelinide devlet olduğunun olgusunu görmek münkündür. Onun içinde konularımızı temeli oluşturan ve Kur'an'ın da temelinde Ehl-i beyt mesajının değerliliğini meydana getiren ve İslâm anasasının temel ahenk taşlarını oluşturmaya muafak olan Abdumuttalib'in Ebrehe'yle yapılan tartışmasını devam edeceğiz ki daha iyi İslamın hukukun üstünlüğünü anlayalım. Yazan: imam DİKMEN


as



Hz. Abdulmuttalib (a.s.)’ın

Ebrehe'nin karşısında :


Abdulmuttalib, oğullarından bir kaçıyla birlikte Ebrehe'nin karargahına gitti. Kureyş rehberinin azamet ve mertliği karşısında Ebrehe'yi çok etkile ve duygulandırmıştı. Öyle ki tahtından inip Abdulmuttalib'in elinden tuttu ve kendi yanına oturttu. Ondan sonra, son derece nazik edeple saygılı bir mütercin aracılığıyla Abdulmuttalib'e niçin geldiğini ve ne istediğini sordu ? O da cevapta şöyle dedi : "Tihamelilerin develeri, ezcümle bana ait olan 200 deve senin ordun tarafından talan edilmiştır.
Senden onların kendi sahiplerine iade edilmesini istiyorum." Ebrehe bu sözleri duyunca şöyle dedi : Nurlu yüzlü, seni benim gözünde çok büyültülmüştüm. Fakat ( atalarının mabedi yani tanrı inancını olan Kâbe'yi yıkmak için geldiğin şu zamanda ) bu küçük ve değersiz dileğin , seni gözümde haylı küçültü. Ne yazik ki Ebrehe o nur yüzlü mubarek adamın ne demek istediğini anlayamamıştı. Zatende faşist bir düşünce sahipleri kendi saltanatlarının hükümdarlıkları için hiç bir zaman gerçekleri anlayamazlardır. Ve daha sonrada bu konulara açıklıklar getireceğiz.Ben, Kâbe hakkında konuşacağını ve sizin istikbalinizi, ve siyasi ve dini hayatınızı tehlikeye sokan bu hedefimden vazgeçmemi istiyeceğini düşünüyordum. Sense gelmiş bir kaç tane değersiz deve hakkında konuşuyorsun Abdulmuttalib, Ebrehe'ye cevaben şu tarihi cümleyi söyledi : "Ben devemin sahibiyim, Kâbe'nin de sahibi var ; onu korur." Evet tarih kitaplarında aynen şöyledir.
Ebrehe bu cümleyi duyduktan sonra "Bu yolda dedi hiç bir kimse benim önümü alamaz." Sonra yağma olunan malların sahiplerine geri verilmesini emrett.
Kureyş kahbadayiları sabırsızlıkla Abdulmuttalib'in geri dönmesini bekliyorlardı ki, düşmanla konuşmasının neticesini öğrensinler. Abdulmuttalib, döndüğü zaman Kureyş'e : "Hemen, dedi, hayvanlarınızla birlikte dağ ve dereye sığının ki, size bir zarar dokunmasın" Halkın hepsi kısa bir sürede evlerini terkedip, dağlara sığındılar. Gece yarısında çocukların ve kadınların iniltileri ile hayvanların sesleri, dağ ve dereyi kapladı.
Aynı gece Abdulmuttalib, Kureyş'ten bir kaç kişiyle birlikte dağın başında inip Kâbe'ye geldiler. Abdulmuttalib, ağlar gözleri ve yanık kalbiyle Kâbe'nin kapısının halkasını eline alıp bir kaç beyt ile kendi Rabbiy'le konuşmaya başladı :
"Alah'ım ! Onların şerrinden kurtulmak için senden başkasına ümidim yoktur. Ya Rabbi ! Haremini koru onlardan. Kâbe'nin düşmanı senin de düşmamındır. Evini tahrib etmelerine müssade etme. Allah'ım ! Kulların evlerini savunurlar, sen de kendi evini savun. Onların haçları ve hilelerinin galib olduğu günü gösterme bize."
"Bizlere gelen hadislere ve tarihlerde de kaydedilmiştir ki o sırada Hz. Peygamber ( s.a.v. )'ın anneleri Hz. Âmine hatun Mekke'de kalan ve evinden çıkmayan tek insandır ki ve Hz. Abdulmuttalib'inde duası gelecek peygamberin burda olduğu ve Allah Teâlâ Hz. İbrahim ( a.s. ) duasında ki evimi koru ayetleriyle bağdaşlaştının belgeleridir.
Bu vedalaşma niyazından sonra kâbe'nin kapısının halkasını bırakıp dağın başına gitti. Sabah erkenden Ebrehe ve askeri güçleri, Mekke'ye doğru hareket etmeye hazırlandılar. İşte tam o sırada aniden deniz tarafından gaga ve ayaklarında küçük taşlar bulunan bir sürü kuş göründü. Kuşların gölgesi ordunun bulunduğu yeri adeta kararmıştı. Onların görünüşte küçük ve önemsiz sılahların etkisi çok büyük ve şaşırtıcı oldu. Küçük taşlarla silahlanmış olan kuşlar Allah'ın emriyle Ebrehe'nin ordusunu taş yağmuruna tuttular. Bu taşlamanın etkisiyle başları kırıldı ve bedenlerinin etleri dökülmeye başladı. O ufak taşlardan biri de Ebrehe'nin başına değdi. Korkudan titremeye başladı. Allah'ın kahrı ve gazabına uğradığını anladı. Ordusuna bakınca ağaçların yaprakları gibi yere serildiklerini gördü. Sağ kalanlara hemen San'aya doğru geri dönmelerini emretti. Fakat bunlarında çoğu yolda korkudan ve bedenlerinde ki yaraların etkisiyle öldüler. Hatta Ebrehe'nin kendisi de San'aya yetiştiği zaman bedenin etleri dökülmüştü ve sonunda çok kötü bir şekilde öldü.
Kur'an-ı Mecid, Fil Ashabı'nın öyküsünü "Fil süresinde beyan etmiştir."Fil ashabına Rabbin ne yaptı, neler etti, görmedin mi ? Düzenlerini boşa çıkarmadı mı ve onlara bölük bölük kuşlar göndermedi mi ? Onları balcıktan taşlarla taşladılar, onlarda içi boş ekin saplarına, kırılıp ezilmiş samanlara döndüler." ( Fil Süresi )
Bundan da daha tesirli bir örnek verirsek Tarihde buna benzer iki ilahi gücün gerçekliğini görürüz. Biri Hz. İbrahim ( a.s. ) değeri ise Hz. Musa ( a.s. ) buraya kadar anlattıklarımız, İslam tarihlerinin kaynakarı ve Kur'an-ı Kerim'in de bizlere açıkça anlaşılmasıdır. Daha sonraki çalışmalarımzda Mısırlı büyük müfessir ve alim olan Muhammed Abduh ve Mısır'ın eski Kültür bakanı sayın Dr. Heykel'in bu konuda ki görüşlerini inceliyebiliriz .


Hz. Abdulmuttalib ( a.s. )'ın

İman Hakkında Takvası :

Burda kaydedilen belgeleri gündem konusu yapmak olmadığı tam bunun tersini ispatlayacak bir şekilde Abdulmuttalib hazretlerinin tek tanrılı bir ilahi tanrıya inandığı Peygamberlik vahsına sahib olabilecek kişinin emanetleri kendilerinde olduğuna dair belgelerin olduğuna ve onun gelecek son peygamberden haberdar olduğuna tesbitli delillerdir.
İbni Riâb , Abdurrahman b. Haccac'dan ayrıcada Muhammed b. Sinan, Mufaddal b. Ömer'den, bunlar da Ebu Abdullah ( İmam Cafer Sadık aleyhisselâm )'dan şöyle rivayet etmişlerdir : " Abdulmuttalib tek başına bir ümmet olarak haşredilir ve üzerinde kralların göz alıcılığı ve nebilerin heybeti bulunur. Bunun nedeni, onun bedâ inancına sahip ilk kişi olmasıdır. "
Şöyle ki : Bir gün Abdulmuttalib , Resulullah ( sallallahu aleyhi ve âlihi )'yi çobanlarından kaçan develerini bulmak ve toplamak üzere gönderir. Fakat Reûlullah gecikir. Bunun üzerine Abdulmuttalib , Kâbe'nin kapısının halkasına yapışarak şöyle der : " Ya Rab ! Ehlini helâk mı edeceksin ? Eğer bunu yaparsan , bu demektir, bir iş senin için zâhir olmuştur. " ( Abdulmuttalib, önceki semavi kitaplarda , bu torununun peygamber olacağını okumuştu. Düşündü ki, eğer bu çocuk bu yaşta öldürülecek olursa, bu demektir ki, yüce Allah için bir iş zâhir olmuştur. Bu da bedâ inancıdır. ) Derken Resûlullah, develerle birlikte gelir. Abdulmuttalib ( a.s. ) ise her yolun başına bir adam göndererek , her mahalleye adamlar salarak o'nu aramaya devam eder ve bir yandan da şöyle seslenir : " Ya Rab ! Ehlini helâk mı? edeceksin ? Eğer bunu yaparsan, bu demektir , bir iş senin için zâhir olmuştur. "
Resûlullah ( sallallahu aleyhi ve âlihi)'yi görünce, O'nu tutar ve öper, ardından şöyle der : " Yavrucuğum ! Bu günden sonra , seni hiç bir işe göndermeyeceğim. Çünkü yakalanıp öldürülmenden korkuyorum. "
Eban b. Tağlib şöyle rivayet etmiştir : Ebu Abdullah ( İmam Cafer Sadık aleyhisselâm ) buyurdu ki : " Habeş Kralı, başında bir fil bulunan süvari birliğiyle Kâbe'yi yıkmak üzere harekete geçince, yolda Abdulmuttalib'in develeriyle karşılaştılar. Bunları önlerine katarak sürmeye başladılar. Bu olay Abdulmuttalib'e ulaştırıldı. O da derhal Habeş Kralının yanına geldi. Kralın kapıcısı içeri girdi ve dedi ki : " Bu Abdulmuttalib b. Haşim'dir. " Kral : " Ne istiyor ? " dedi. Tercüman dedi ki : " Askerlerin önlerine kattığı develerini geri vermeni istiyor " Habeş Kralı adamlarına dedi : " Şu adam kavminin başkanı ve önderidir. Ben içinde ibadet ettiği evi yıkmaya geldim, o ise benden develerini istiyor. Halbuki, benden ibadet ettikleri evi yıkmamamı isteseydi, istediğni yapardım. Develerini ona geri verin. " Abdulmuttalib, Kralın tercümanına dedi ki : " Kral sana ne söyledi ? Tercüman, Kralın sözlerini ona aktardı. Bunun üzerine Abdulmuttalib şunları şöyledi : " Ben develerin sahibiyim, şu evin de bir sahibi var ; o evini savunur." Sonra Abdulmuttalib'e develeri geri verildi. Abdulmuttalib evine doğru hareket etti. Yolda ordunun başındaki filin yanından geçti. File : " Ey Mahmut ! " dedi. Fil başını salladı. Dedi ki : " Seni niçin getirdiklerini biliyormusun ? " Fil , başıyla , " Hayır " diye işaret etti. Abdulmuttalib dedi ki : " Seni Rabbinin evini yıkasın diye getirdiler, bunu yapacak mısın ? " Fil başıyla " Hayır " diye işaret etti. Abdulmuttalib, evine geri göndü.
Sabah olunca askerler fili hareme girip Kâbe'yi yıkmak üzere sürdüler. Ancak fil, hareket etmedi ve direndi. Abdulmuttalib hizmetçilerinden birine : " Dağa çık, bakalım ve göreceksin ? " dedi. Hizmetçi dedi ki : " Deniz tarafından bir karartı görüyorum " Dedi ki : Tümünü görebiliyormusun ? " " Hayır " dedi, tümünü görebileceğimi de sanmıyorum. " Bu karartı iyice yaklaşınca , hizmetçi : " Büyük bir kuş sürüsüdür bu. Her bir kuş gagasında bir çakıl taşı taşıyor. Bu taş nohut kadar veya ondan daha küçüktür. " Abulmuttalib dedi ki : " Abdulmuttalib'in Rabbine andolsun ki, bunların hedefi askerlerden başkası değildir" kuşlar askerlerin başlarının hizasına gelince topluca ağızlarındaki taşları bıraktılar. Bu taşların her biri adamın tepesinden girip makatından çıkıyor ve onu öldürüyordu. İçlerinden sadece bir kişi kurtuldu, o da olup bitenleri haber versin diye. Haber verince, ona da bir taş isabet ederek onu öldürdü. " Sizlerin bu kadar sabitli kaynak ve belgelerden oluşan Kur'an ve Ehl-i Beyt çalışmalarına ne gibi veya nasıl bir cevap vereceğinizi düşünüyorum .
Rifae, Ebu Abdullah ( İmam Cafer Sadık aleyhisselâm )'dan şöyle bir rivâyet etmişlerdir : " Adulmuttalib ( a.s. ) için Kâbe'nin içine bir döşek serilirdi, onun dışında kimseye böyle bir dösek serilmezdi. Oğulları vardı ve bunlar onun başında dikilirdiler. Kimseyi ona yaklaştırmazlardı. Bu sırada henüz küçük bir çocuk olan Resûlullah ( sallallahu aleyhi ve âlihi ) geldi, yürümeye henüz başladığı için yavaşça süzülerek Abdulmuttalib'in dizisinin üzerine oturdu. Oğullarından biri peygamberi uzaklaştırmak isteyince, Abdulmuttalib ( a.s. ) ona dedi ki : " Oğlumu rahat bırak. Çünkü o'na melek geldi. " ( O'nu getirdi veya o'na saltanat verildi. )


İnsanların En Üstünü

Kimlerin olduklarına dair Belgeler :

Ehl-i Sünnet alimlerinin daha iyi bildikleri bir konuyu deşmek istemem, ama gerçek olan bir konuyuda açmakta yarar var sanırım. Çünkü tarih boyunca İslam aleminde insanların arasında kullanılan bir gerçek olmayan sözler var. Yani Hz. Muhammed ( s.a.v. ) tarafından cennetle müjdelenen 10 kişi var. Bunların aralarında Peygamber ( s.a.v. )'in Ehl-i Beyt'ini kalteden kişilerin de bulundukları söylemeleri. Ama gerçeklere baş vurulduğu ve belgelerin karıştırıldığı zaman bunların hiçbir gerçekle bağlantısı olmadığı anlaşır. O'nun içinde burda verilen belge ve kaynaklara muracat edilmesi onların yararına olacaktır.
Asbağ b. Nubate el-Hanzelî şöyle rivayet etmiştir : Emir'ül-mü'minin'i Basra'yı fettiği gün gördüm, Resûlullah ( sallallahu aleyhi ve âlihi )'ın katırına binmişti. Sonra şöyle dedi : " Ey insanlar ! Size insanların Allah katında toplandıkları gün en hayırlılılarının kim olduğunu söyleyeyim mi ? " Ebu Eyyub el-Ensârî ayağa kalktı ve dedi ki : " Evet şöyle ey Emir'ül-mü'minin. Çünkü , sen peygamberi her zaman görürdün, biz ise çoğu zaman görmezdik. " Emir'ül-mü'minin ( aleyhisselâm ) dedi ki : " Allah'ın insanları topladığı gün, insanların en hayırlıları , Abdulmuttalib'in yedi oğludur ki, kâfirlerden başka hiç kimse onların fazîletlerini inkâr edemez, inatçılardan başkası onların üstünlüğüne karşı çıkamaz. "
Bunun üzerine Ammar b. Yâsir- Allah ona rahmet etsin- dedi ki : " Ey Emir'ül-mü'minin ! Bize onların isimlerini bildir ki, onları tanıyalım." Buyurdu ki : " Allah'ın insanları topladığı gün, insanların en hayırlıları , Resûllerdir, Resûllerin en üstünü ise Muhammed ( sallallahu aleyhi ve âlihi )'dir. Her nebiden sonraki en üstünü nebinin vasisidir. O'nun bu üstünlüğü bir sonraki nebinin gelmesine kadar devam eder. Haberiniz olsun ki, vasîlerin en üstünü Muhammed ( sallallahu aleyhi ve âlihi )'nin vasisidir. Haberiniz olsun ki , vasilerden sonra, insanların en hayırlısı şehitlerdir. Haberiniz olsun ki, vasilerden sonra, insanların en hayırlısı şehitlerdir Haberiniz olsun ki, şehitlerin en üstünü Hamza b. Abdulmuttalib ve Cafer b. Ebu Tâlib'tir. Cafer'in taptaze iki kanadı var ; bunlarla cennette uçmaktadır. Ondan başka bu ümmetten kimseye iki kanat verilmiş değildir. Bu Allah'ın Muhammed ( sallallahu aleyhi ve âlihi )'ye bahşettiği bir lütuf ve bir onurdur. Diğerleri de peygamberin iki torunu Hasan ve Hüseyin'dir ve Mehdî ( aleyhisselâm )'dır. Allah Ehl-i Beyt'ten hangimizi isterse o'nu mehdî yapar. " Ardından Emir'ül-mü'minin ( aleyhisselâm ) şu âyeti okudu : " Kim Allah'a ve Resûle itaat ederse, o , Allah'ın nimet verdiği peygamberle , doğrular, şehitler, salihlerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır. Bu lütuf Allah'tandır. Bilen olarak Allah yeter . " ( Nisâ suresi . 69 - 70 ). Evet burdan da anlaşılıyorki Ehl-i Beyt'in düşmanlarına veya Kur'an düşmanlarına veyahutta Ehl-i Beyt ve Kur'an düşmanlarına cennet vadledilmemiştir. Yazan: imam DİKMEN



Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. 12. makale

Hz. Abdulmuttalib (a.s.)’ın

Ebrehe'nin karşısında :




Abdulmuttalib, oğullarından bir kaçıyla birlikte Ebrehe'nin karargahına gitti. Kureyş rehberinin azamet ve mertliği karşısında Ebrehe'yi çok etkile ve duygulandırmıştı. Öyle ki tahtından inip Abdulmuttalib'in elinden tuttu ve kendi yanına oturttu. Ondan sonra, son derece nazik edeple saygılı bir mütercin aracılığıyla Abdulmuttalib'e niçin geldiğini ve ne istediğini sordu ? O da cevapta şöyle dedi : "Tihamelilerin develeri, ezcümle bana ait olan 200 deve senin ordun tarafından talan edilmiştır.

Senden onların kendi sahiplerine iade edilmesini istiyorum." Ebrehe bu sözleri duyunca şöyle dedi : Nurlu yüzlü, seni benim gözünde çok büyültülmüştüm. Fakat ( atalarının mabedi yani tanrı inancını olan Kâbe'yi yıkmak için geldiğin şu zamanda ) bu küçük ve değersiz dileğin , seni gözümde haylı küçültü. Ne yazik ki Ebrehe o nur
yüzlü mubarek adamın ne demek istediğini anlayamamıştı. Zatende faşist bir düşünce sahipleri kendi saltanatlarının hükümdarlıkları için hiç bir zaman gerçekleri anlayamazlardır. Ve daha sonrada bu konulara açıklıklar getireceğiz.Ben, Kâbe hakkında konuşacağını ve sizin istikbalinizi, ve siyasi ve dini hayatınızı tehlikeye sokan bu hedefimden vazgeçmemi istiyeceğini düşünüyordum. Sense gelmiş bir kaç tane değersiz deve hakkında konuşuyorsun Abdulmuttalib, Ebrehe'ye cevaben şu tarihi cümleyi söyledi : "Ben devemin sahibiyim, Kâbe'nin de sahibi var ; onu korur." Evet tarih kitaplarında aynen şöyledir.

Ebrehe bu cümleyi duyduktan sonra "Bu yolda dedi hiç bir kimse benim önümü alamaz." Sonra yağma olunan malların sahiplerine geri verilmesini emrett.

Kureyş kahbadayiları sabırsızlıkla Abdulmuttalib'in geri dönmesini bekliyorlardı ki, düşmanla konuşmasının neticesini öğrensinler. Abdulmuttalib, döndüğü zaman Kureyş'e : "Hemen, dedi, hayvanlarınızla birlikte dağ ve dereye sığının ki, size bir zarar dokunmasın" Halkın hepsi kısa bir sürede evlerini terkedip, dağlara sığındılar. Gece yarısında çocukların ve kadınların iniltileri ile hayvanların sesleri, dağ ve dereyi kapladı.

Aynı gece Abdulmuttalib, Kureyş'ten bir kaç kişiyle birlikte dağın başında inip Kâbe'ye geldiler. Abdulmuttalib, ağlar gözleri ve yanık kalbiyle Kâbe'nin kapısının halkasını eline alıp bir kaç beyt ile kendi Rabbiy'le konuşmaya başladı :

"Alah'ım ! Onların şerrinden kurtulmak için senden başkasına ümidim yoktur. Ya Rabbi ! Haremini koru onlardan. Kâbe'nin düşmanı senin de düşmamındır. Evini tahrib etmelerine müssade etme. Allah'ım ! Kulların evlerini savunurlar, sen de kendi evini savun. Onların haçları ve hilelerinin galib olduğu günü gösterme bize."

"Bizlere gelen hadislere ve tarihlerde de kaydedilmiştir ki o sırada Hz. Peygamber ( s.a.v. )'ın anneleri Hz. Âmine hatun Mekke'de kalan ve evinden çıkmayan tek insandır ki ve Hz. Abdulmuttalib'inde duası gelecek peygamberin burda olduğu ve Allah Teâlâ Hz. İbrahim ( a.s. ) duasında ki evimi koru ayetleriyle bağdaşlaştının belgeleridir.

Bu vedalaşma niyazından sonra kâbe'nin kapısının halkasını bırakıp dağın başına gitti. Sabah erkenden Ebrehe ve askeri güçleri, Mekke'ye doğru hareket etmeye hazırlandılar. İşte tam o sırada aniden deniz tarafından gaga ve ayaklarında küçük taşlar bulunan bir sürü kuş göründü. Kuşların gölgesi ordunun bulunduğu yeri adeta kararmıştı. Onların görünüşte küçük ve önemsiz sılahların etkisi çok büyük ve şaşırtıcı oldu. Küçük taşlarla silahlanmış olan kuşlar Allah'ın emriyle Ebrehe'nin ordusunu taş yağmuruna tuttular. Bu taşlamanın etkisiyle başları kırıldı ve bedenlerinin etleri dökülmeye başladı. O ufak taşlardan biri de Ebrehe'nin başına değdi. Korkudan titremeye başladı. Allah'ın kahrı ve gazabına uğradığını anladı. Ordusuna bakınca ağaçların yaprakları gibi yere serildiklerini gördü. Sağ kalanlara hemen San'aya doğru geri dönmelerini emretti. Fakat bunlarında çoğu yolda korkudan ve bedenlerinde ki yaraların etkisiyle öldüler. Hatta Ebrehe'nin kendisi de San'aya yetiştiği zaman bedenin etleri dökülmüştü ve sonunda çok kötü bir şekilde öldü.

Kur'an-ı Mecid, Fil Ashabı'nın öyküsünü "Fil süresinde beyan etmiştir."Fil ashabına Rabbin ne yaptı, neler etti, görmedin mi ? Düzenlerini boşa çıkarmadı mı ve onlara bölük bölük kuşlar göndermedi mi ? Onları balcıktan taşlarla taşladılar, onlarda içi boş ekin saplarına, kırılıp ezilmiş samanlara döndüler." ( Fil Süresi )

Bundan da daha tesirli bir örnek verirsek Tarihde buna benzer iki ilahi gücün gerçekliğini görürüz. Biri Hz. İbrahim ( a.s. ) değeri ise Hz. Musa ( a.s. ) buraya kadar anlattıklarımız, İslam tarihlerinin kaynakarı ve Kur'an-ı Kerim'in de bizlere açıkça anlaşılmasıdır. Daha sonraki çalışmalarımzda Mısırlı büyük müfessir ve alim olan Muhammed Abduh ve Mısır'ın eski Kültür bakanı sayın Dr. Heykel'in bu konuda ki görüşlerini inceliyebiliriz .





Hz. Abdulmuttalib ( a.s. )'ın



İman Hakkında Takvası :



Burda kaydedilen belgeleri gündem konusu yapmak olmadığı tam bunun tersini ispatlayacak bir şekilde Abdulmuttalib hazretlerinin tek tanrılı bir ilahi tanrıya inandığı Peygamberlik vahsına sahib olabilecek kişinin emanetleri kendilerinde olduğuna dair belgelerin olduğuna ve onun gelecek son peygamberden haberdar olduğuna tesbitli delillerdir.

İbni Riâb , Abdurrahman b. Haccac'dan ayrıcada Muhammed b. Sinan, Mufaddal b. Ömer'den, bunlar da Ebu Abdullah ( İmam Cafer Sadık aleyhisselâm )'dan şöyle rivayet etmişlerdir : " Abdulmuttalib tek başına bir ümmet olarak haşredilir ve üzerinde kralların göz alıcılığı ve nebilerin heybeti bulunur. Bunun nedeni, onun bedâ inancına sahip ilk kişi olmasıdır. "

Şöyle ki : Bir gün Abdulmuttalib , Resulullah ( sallallahu aleyhi ve âlihi )'yi çobanlarından kaçan develerini bulmak ve toplamak üzere gönderir. Fakat Reûlullah gecikir. Bunun üzerine Abdulmuttalib , Kâbe'nin kapısının halkasına yapışarak şöyle der : " Ya Rab ! Ehlini helâk mı edeceksin ? Eğer bunu yaparsan , bu demektir, bir iş senin için zâhir olmuştur. " ( Abdulmuttalib, önceki semavi kitaplarda , bu torununun peygamber olacağını okumuştu. Düşündü ki, eğer bu çocuk bu yaşta öldürülecek olursa, bu demektir ki, yüce Allah için bir iş zâhir olmuştur. Bu da bedâ inancıdır. ) Derken Resûlullah, develerle birlikte gelir. Abdulmuttalib ( a.s. ) ise her yolun başına bir adam göndererek , her mahalleye adamlar salarak o'nu aramaya devam eder ve bir yandan da şöyle seslenir : " Ya Rab ! Ehlini helâk mı? edeceksin ? Eğer bunu yaparsan, bu demektir , bir iş senin için zâhir olmuştur. "

Resûlullah ( sallallahu aleyhi ve âlihi)'yi görünce, O'nu tutar ve öper, ardından şöyle der : " Yavrucuğum ! Bu günden sonra , seni hiç bir işe göndermeyeceğim. Çünkü yakalanıp öldürülmenden korkuyorum. "

Eban b. Tağlib şöyle rivayet etmiştir : Ebu Abdullah ( İmam Cafer Sadık aleyhisselâm ) buyurdu ki : " Habeş Kralı, başında bir fil bulunan süvari birliğiyle Kâbe'yi yıkmak üzere harekete geçince, yolda Abdulmuttalib'in develeriyle karşılaştılar. Bunları önlerine katarak sürmeye başladılar. Bu olay Abdulmuttalib'e ulaştırıldı. O da derhal Habeş Kralının yanına geldi. Kralın kapıcısı içeri girdi ve dedi ki : " Bu Abdulmuttalib b. Haşim'dir. " Kral : " Ne istiyor ? " dedi. Tercüman dedi ki : " Askerlerin önlerine kattığı develerini geri vermeni istiyor " Habeş Kralı adamlarına dedi : " Şu adam kavminin başkanı ve önderidir. Ben içinde ibadet ettiği evi yıkmaya geldim, o ise benden develerini istiyor. Halbuki, benden ibadet ettikleri evi yıkmamamı isteseydi, istediğni yapardım. Develerini ona geri verin. " Abdulmuttalib, Kralın tercümanına dedi ki : " Kral sana ne söyledi ? Tercüman, Kralın sözlerini ona aktardı. Bunun üzerine Abdulmuttalib şunları şöyledi : " Ben develerin sahibiyim, şu evin de bir sahibi var ; o evini savunur." Sonra Abdulmuttalib'e develeri geri verildi. Abdulmuttalib evine doğru hareket etti. Yolda ordunun başındaki filin yanından geçti. File : " Ey Mahmut ! " dedi. Fil başını salladı. Dedi ki : " Seni niçin getirdiklerini biliyormusun ? " Fil , başıyla , " Hayır " diye işaret etti. Abdulmuttalib dedi ki : " Seni Rabbinin evini yıkasın diye getirdiler, bunu yapacak mısın ? " Fil başıyla " Hayır " diye işaret etti. Abdulmuttalib, evine geri göndü.

Sabah olunca askerler fili hareme girip Kâbe'yi yıkmak üzere sürdüler. Ancak fil, hareket etmedi ve direndi. Abdulmuttalib hizmetçilerinden birine : " Dağa çık, bakalım ve göreceksin ? " dedi. Hizmetçi dedi ki : " Deniz tarafından bir karartı görüyorum " Dedi ki : Tümünü görebiliyormusun ? " " Hayır " dedi, tümünü görebileceğimi de sanmıyorum. " Bu karartı iyice yaklaşınca , hizmetçi : " Büyük bir kuş sürüsüdür bu. Her bir kuş gagasında bir çakıl taşı taşıyor. Bu taş nohut kadar veya ondan daha küçüktür. " Abulmuttalib dedi ki : " Abdulmuttalib'in Rabbine andolsun ki, bunların hedefi askerlerden başkası değildir" kuşlar askerlerin başlarının hizasına gelince topluca ağızlarındaki taşları bıraktılar. Bu taşların her biri adamın tepesinden girip makatından çıkıyor ve onu öldürüyordu. İçlerinden sadece bir kişi kurtuldu, o da olup bitenleri haber versin diye. Haber verince, ona da bir taş isabet ederek onu öldürdü. " Sizlerin bu kadar sabitli kaynak ve belgelerden oluşan Kur'an ve Ehl-i Beyt çalışmalarına ne gibi veya nasıl bir cevap vereceğinizi düşünüyorum .

Rifae, Ebu Abdullah ( İmam Cafer Sadık aleyhisselâm )'dan şöyle bir rivâyet etmişlerdir : " Adulmuttalib ( a.s. ) için Kâbe'nin içine bir döşek serilirdi, onun dışında kimseye böyle bir dösek serilmezdi. Oğulları vardı ve bunlar onun başında dikilirdiler. Kimseyi ona yaklaştırmazlardı. Bu sırada henüz küçük bir çocuk olan Resûlullah ( sallallahu aleyhi ve âlihi ) geldi, yürümeye henüz başladığı için yavaşça süzülerek Abdulmuttalib'in dizisinin üzerine oturdu. Oğullarından biri peygamberi uzaklaştırmak isteyince, Abdulmuttalib ( a.s. ) ona dedi ki : " Oğlumu rahat bırak. Çünkü o'na melek geldi. " ( O'nu getirdi veya o'na saltanat verildi. )



İnsanların En Üstünü


Kimlerin olduklarına dair Belgeler :



Ehl-i Sünnet alimlerinin daha iyi bildikleri bir konuyu deşmek istemem, ama gerçek olan bir konuyuda açmakta yarar var sanırım. Çünkü tarih boyunca İslam aleminde insanların arasında kullanılan bir gerçek olmayan sözler var. Yani Hz. Muhammed ( s.a.v. ) tarafından cennetle müjdelenen 10 kişi var. Bunların aralarında Peygamber ( s.a.v. )'in Ehl-i Beyt'ini kalteden kişilerin de bulundukları söylemeleri. Ama gerçeklere baş vurulduğu ve belgelerin karıştırıldığı zaman bunların hiçbir gerçekle bağlantısı olmadığı anlaşır. O'nun içinde burda verilen belge ve kaynaklara muracat edilmesi onların yararına olacaktır.

Asbağ b. Nubate el-Hanzelî şöyle rivayet etmiştir : Emir'ül-mü'minin'i Basra'yı fettiği gün gördüm, Resûlullah ( sallallahu aleyhi ve âlihi )'ın katırına binmişti. Sonra şöyle dedi : " Ey insanlar ! Size insanların Allah katında toplandıkları gün en hayırlılılarının kim olduğunu söyleyeyim mi ? " Ebu Eyyub el-Ensârî ayağa kalktı ve dedi ki : " Evet şöyle ey Emir'ül-mü'minin. Çünkü , sen peygamberi her zaman görürdün, biz ise çoğu zaman görmezdik. " Emir'ül-mü'minin ( aleyhisselâm ) dedi ki : " Allah'ın insanları topladığı gün, insanların en hayırlıları , Abdulmuttalib'in yedi oğludur ki, kâfirlerden başka hiç kimse onların fazîletlerini inkâr edemez, inatçılardan başkası onların üstünlüğüne karşı çıkamaz. "

Bunun üzerine Ammar b. Yâsir- Allah ona rahmet etsin- dedi ki : " Ey Emir'ül-mü'minin ! Bize onların isimlerini bildir ki, onları tanıyalım." Buyurdu ki : " Allah'ın insanları topladığı gün, insanların en hayırlıları , Resûllerdir, Resûllerin en üstünü ise Muhammed ( sallallahu aleyhi ve âlihi )'dir. Her nebiden sonraki en üstünü nebinin vasisidir. O'nun bu üstünlüğü bir sonraki nebinin gelmesine kadar devam eder. Haberiniz olsun ki, vasîlerin en üstünü Muhammed ( sallallahu aleyhi ve âlihi )'nin vasisidir. Haberiniz olsun ki , vasilerden sonra, insanların en hayırlısı şehitlerdir. Haberiniz olsun ki, vasilerden sonra, insanların en hayırlısı şehitlerdir Haberiniz olsun ki, şehitlerin en üstünü Hamza b. Abdulmuttalib ve Cafer b. Ebu Tâlib'tir. Cafer'in taptaze iki kanadı var ; bunlarla cennette uçmaktadır. Ondan başka bu ümmetten kimseye iki kanat verilmiş değildir. Bu Allah'ın Muhammed ( sallallahu aleyhi ve âlihi )'ye bahşettiği bir lütuf ve bir onurdur. Diğerleri de peygamberin iki torunu Hasan ve Hüseyin'dir ve Mehdî ( aleyhisselâm )'dır. Allah Ehl-i Beyt'ten hangimizi isterse o'nu mehdî yapar. " Ardından Emir'ül-mü'minin ( aleyhisselâm ) şu âyeti okudu : " Kim Allah'a ve Resûle itaat ederse, o , Allah'ın nimet verdiği peygamberle , doğrular, şehitler, salihlerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır. Bu lütuf Allah'tandır. Bilen olarak Allah yeter . " ( Nisâ suresi . 69 - 70 ). Evet burdan da anlaşılıyorki Ehl-i Beyt'in düşmanlarına veya Kur'an düşmanlarına veyahutta Ehl-i Beyt ve Kur'an düşmanlarına cennet vadledilmemiştir. Yazan: imam DİKMEN